Yaşadığım şaşkınlık üzerine kendimi balkona attım. Ayaklarımın altındaki koskoca saraya şöyle bir bakınca aklımda sadece tek bir soru kaldı:
Ben buraya nasıl geldim?Sarayın en üst katındaydım. Buradan hemen herşeyi görebiliyordum. Beni bu kata kim, nasıl taşıdı? Aşağıda büyük bir bahçe ve heryerinde askerler vardı. İlk katta askerlerin konakladığı koğuş gibi yerler vardı. Onun bi üst katında sarayın hizmetlileri kalıyordu. Oranında üstünde büyük bi yemek salonu vardı. Oranın üstünde de geniş ve ferah yatak odalarına benzer odalar vardı. Sanırım buralarda özel misafirler kalıyordu. Onun bi üstü yani bizim bi altımızda da harem tarzı bişey vardı sanırım. Çünkü uyanmama neden olan bu çalgı ve eğlenceler oradan geliyordu.
Kadın odadan çıkıp yanıma geldiğinde sanki gecemi aydınlatıyordu. Saçları o kadar beyazdı ki etrafımdaki en parlak şey oydu. Sanki ayla birebir karşı karşıyaydım.
"Düşüncelerinde haklısın çocuğum. Ben göklerin tanrısıyım. Gündüzleri güneşin, geceleride ayın tanrısı olarak bilinirim."
Sanırım onunla ilk defa konuşucaktım. Tek bir kelime etmeden anlaşıyorduk resmen.
"Bak kim olduğunu bilmiyorum ve öğrenmekte istemiyorum. Ben buraya nasıl geldim? Benimle derdin ne senin? Bana lütfen bunların cevabını ver.""Seni buraya ben getirdim."
"Ama nasıl?"
"Böyle."
Elini omzuna koyup gözlerini kapattı. Bir anlığına kendimi boşlukta hissetmemin nedeni gerçektende boşlukta olmamızdı. Hiçbir şey yoktu. Gözleri hala kapalıydı.
"B-Bu-Burasıda n-neresi?"
"Sessiz ol!"
Gözlerini tekrar açtığında istemsizce gözlerimi elimle kapatmak zorunda kalmıştım. Öyle güçlü parlıyordu ki...
"Neredeyiz? Hiçbir şey göremiyorum."
"Zamanda geriye gittik küçüğüm. Senin eğitimindeki ilk yarana." Dedi ve omuz küreğimdeki noktayı gösterdi. Bunu nereden bilebilirdi? Böyle bir şey mümkün değildi. Orada mıydı? Saçları tekrardan turuncu olmuştu. Eliyle küçük bir çocuğu gösterdi. Kendi küçüklüğüm bana doğru bakıyordu. Hayır hayır hayır bir dakika. Bunu hatırlıyordum. Olamaz.
Arkamızdan bir şey koşuyordu. Kendimi kurtarmak için atıldım fakat atlı içimizden geçti. Bu eğitim aldığımız evin ilk saldırıya uğrayışıydı. Sırtımda derin bir delik açıcak mızrağın sapı havada dönüyordu. Çocukluğumda da bu kadar cesaretli olduğuma şaşmamalı. Elimdeki bıçağı adama doğru fırlattığımı hatırladım. Ama o bıçak adamın arkasına gitmişti. Yani tamda bizim ayaklarımızın dibine.Gözlerimi kapatıp açtığımda tekrardan saraya dönmüştük. Geçmişe gitmiştik. Bir nevi de ışınlanmıştık. Gözlerime inanamıyordum. Gerçekten de bu bir tanrıydı. Bize öğretilen tanrıların hiçbirine benzemiyordu. Özellikle de güzelliği...
"Sana söylediğim her şeyi yapıcaksın. Senin hayatını geri sana verdim. Emrini verdiğim her bir kişiyi öldürecek, her bir köyü işgal edecek, her bir duvarı yıkacaksın. Eğer bana ihanet edersen, seninde sonun diğerleri gibi olur."
Diğerleride kimdi? Onlar neden ihanet etmişti peki? Ben nasıl bir şeyin içine düşmüştüm? Gerçekten aklım almıyordu. Ama böylesine güzel bir kadını etkilemek iyi olabilirdi. Evet ne diyorsa yapıcaktım. Önüme ne çıkarsa çıksın yıkıp geçicektim. Onun gözündeki yerim büyük olmalıydı.
İlk emiri yerine getirmek için yola çıkmaya hazırlanmak üzere izin istediğimde, "Senin şu an hiçbir şey yapmadan dinlenmeni istiyorum." Dedi. "Yarın büyük gün. İstersen sıcak bi duş, istersen masaj, istersen de hareme inip biraz rahatlayabilirsin. Bu gece senin gecen olsun..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneşin ışıltısı seninle olsun...
Teen FictionBir gök tanrının ölümlü bir savaşçıyla akıl almaz bir mücadelesi...