Merhabalar, ben geldim... Bu bölümü "Abyss" eşliğinde yazdım... Jin'in sesi, beni vokaller arasında en çok etkileyen ses. Abartmıyorum, dinlerken aşk yaşıyorum adeta müzikle sksksk.
Desteklerinizi ve fikirlerinizi esirgemeyin lütfen...<3
***
Yemek sırasında hemen birkaç kişi önümde ki Binbaşına göz atarak tabağıma yemek koyan askere gülümsedim. Neredeyse ikinci haftanın sonuna gelmiştik fakat ben hâlâ Binbaşı ile bırakın yakınlaşmayı, konuşamıyordum bile. Ben hoşuma giden kızların peşinde bile bu kadar koşmamıştım. Gereçten. İlk başlarda yanına gittiğimde zorla da olsa sorularıma cevap veriyordu fakat artık hiç konuşmuyordu. Galiba beni bu şekilde amacımdan vaz geçirebileceğini sanıyordu. Bu iki hafta içinde üç kez tümgeneral ile konuşmuştum. Şuan o da ben de umutsuz durumdaydık. Yemeklerimi alır almaz çocuklara kısa bir bakış atarak önden yürüyen Binbaşını işaret ettim. Beni anlayarak başlarıyla onayladıklarında hızla Binbaşını takip ettim. Diğer üstler ile oturmuyordu. Öyle ki Yarbay Min bile bu durumu değiştiremiyordu. Hızla karşısına yerleşerek gülümsedim.
"Merhabalar Binbaşı."
Bakışları kısa bir anlığına bana döndü fakat bir cevap vermeden tabağına geri dönünce, derin bir nefes alarak ben de kendi tabağıma döndüm. En azından başıyla onaylayabilirdi. Artık deneme sürüşleri gerçekten umurumda değildi. Sadece onunla arkadaş olmak istiyordum. Sürekli tek başınaydı, her zaman. Neredeyse hiç konuşmuyordu. Bazı durumları tartışmak için toplandığımız tartışmalarda bile.
"Binbaşı neden benimle konuşmuyorsunuz?"
Yemeğe uzanan çubukları bir anda duraksadı ve başını kaldırarak ifadesiz gözlerini üzgün gözlerime dikti.
"Çok bir şey istemiyorum ki. Sadece sabah günaydın dediğimde sizde bana günaydın deyin. Ya da demeseniz de olur. Kafanızla onaylasanız da olur. Haftalardır aynı oda da kalıyoruz fakat benimle hiç konuşmuyorsunuz. Biliyorum arkadaş istemiyorsunuz fakat neden bana hastalıklıymışım gibi davranıyorsunuz ki?"
Cevap veriri diye ümitle gözlerine baktım fakat o bana aldırmadan kafasını eğince tabağımı kavradım. Olmuyordu. Gerçekten artık sıkılmıştım. Daha fazla zorlayamazdım. Masadan kalkacağım sırada kısık mırıltısı kulaklarıma çalındı.
"Kal."
"Ne?"
"Birlikte yiyelim."
Şaşkınca ifadesiz yüzüne baktığım sırada çubukları ile kavradığı haşlanmış yumurtayı benim tabağıma bırakıp mırıldandı.
"Çok pişmiş severim. Sen ye."
Yutkunarak yerime geri yerleştim ve çubuklarımı kavradım. Ne yani, bu beni kabullendiği anlamına mı geliyordu?
"Öyle bakıp durma yoksa eşcinsel olduğunu düşüneceğim."
Haftalar önce ona kullandığım tabiri bana karşı kullandığında kahkahama engel olamadım. Gerçekten insanları kendi laflarıyla vurmayı seviyordu.
"Siz bir şeyi de unutmaz mısınız Binbaşı?"
Omuz silkerek tabağına gömülünce bende kendi tabağıma döndüm. Kendi yumurtamı böldüğümde gayet iyi piştiğini gördüm. Benim için nasıl piştiğinin bir önemi olmadığı için kendi yumurtalarımı yavaşça Binbaşının tabağına yerleştirdim.
"Bunlar sıvı değil. Zaten çoğu öğünü unutuyorsunuz. Lütfen yiyin."
Beni başıyla onaylayıp yumurtanın yarsını ağzına teptiğinde gülümseyerek kendi yemeğime yöneldim. Arada Binbaşına baksam da o bana hiç aldırmadan yemeğini yiyordu. Gömleğimin kollarını katlayarak yemeğime döndüm. Mutlu olmuştum. Bence bu bir kabullenişti, yoksa yumurtasını neden bana versin ki? Umalım da çikolata işine dönmesin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kanlı Gökyüzü (Namjin)
FanfictionKim Seokjin... Yıllarca kendini saklayan ve özgürlük için içten içe yanıp tutuşan, insanlardan kaçmak için bir umut gökyüzüne sığınan. Kim Namjoon... Her zaman hislerine güvenen, fakat artık hayata dair umudu olmayan... Kardeşini test uçuşu sırasınd...