Aras ve genç kızı yalnız bırakmak adına odayı terketmişliğin yanında, Aras'ın serumu takıldı aklıma. Adımlarımı geldiğim yöne çevirdim, ve kapıdan içeriye daldım. Gözyaşlarının hiç bir kuruma belirtisi göstermediğini açığa kavuşturan, sanki biraz daha zorlasam içini görebilecekmişim gibi beyazlaşmış olan yüzüyle bana döndü sakince.
Aras'ın serumlarının hız ayarlarını yaptıktan sonra, yönümü tersime çevirdim. Kocaman açılmış gözleriyle beni izlemeye devam eden kızın bakışlarından rahatsız oldum ve önüne dönmesi adına burukça gülümsedim.
Kız, önüne dönmek bir yana ayağa kalkıp yanıma yaklaştı. Ağlamaktan kızaran gözleriyle, bağımlıları andıran kızın, hala kendine has bir güzelliği vardı.
Dikkatli baktığımda, Aras ile çok benzedikleri kanısına vardım. Gözlerimi saniyelikte olsa kapattım ve, Aras'ın yüzündeki yara izlerini, kızın yüzüne yerleştirdim iç dünyamda.
Karşımda Aras'ın kız versiyonunu görmüş olmanın verdiği şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Bu kadar benzerlik fazlaydı. Kızın dudaklarının açılıp kapandığını gördüm sadece, düşüncelerim arasında duyamamıştım ne söylediğini.
"Aras'ın durumu.." derin bir nefes çekti içine ve devam etti. "Gerçekten çok mu ağır?" İnsanlara acı gerçeği söylemekte aciz bir insandım. Kızarmış gözlerindeki gizleyemediği acıyla, içinin acıdığını belli eden bakışlarla beni izleyen kıza baktım öylece. Rahatsızca kıpırdandım. Bu kadar mı zordu?
Ben hiç kaybetmemiştim sevdiğim birini. Anlayamazdım onu fakat, gözleri öyle boş bakıyordu ki, öyle umarsızca bakıyordu ki. Çok yakar mıydı kaybetmek değer verdiğin birini? Yakarmış demek ki.
Kıza cevap vermek istemeyen yanımı bastırmak için verdiğim mücadeleyi sonlandırdım. "Bir şeyler söylemek için henüz çok erken, üzgünüm." Sarsılarak ağlayan kızın iç çekişler doluştu kulağıma.
O kadar yorgun görünüyordu ki, sarılmak geldi içimden ona. Düzeleceğini söylemek geldi içimden. Yapmadım.
Boş gözlerle baktım bir süre daha, incinmiş kıza. "O da giderse..." dediğini duydum kızın fakat devamını o kadar sessiz söylemişti ki, devamını getirmiş olması sadece beynimin hayal ürünü bile olabilirdi.
"Yan taraftaki müşahede odası boş, dinlensen iyi olur, sanırım." diyip terkettim odayı, Kızın, iç acıtan bakışlarını sırtımda hissederek. Yorucu bir gün geçirmiştim ve geçirmeye de devam edecekmişim gibi görünüyordu.
Boş kalan zamanımdan faydalanıp, bir köşeye çekildim ve yarım bıraktığım romanımı okumaya başladım. " 'Hangisi daha zor bilmiyorum.' dedim. 'Birini aniden kaybetmek mi, yoksa onu yavaş yavaş, günden güne kaybetmek mi?' "
Kitabın, okumayı bıraktığımdaki son satırlarını düşündüm bir süre. Bu muydu onun düşünceleri de? Bundan mı korkuyordu? Aras'ı yavaş yavaş kaybetmekten. Orada cansızca yatan Aras'ın o an için ona bir faydası yoktu çünkü.
Hayatta olması bir umut ışığıydı belki, ama biz her zaman daha fazlasını isteyen canlılardık. O umut ışığı bize bir anlam ifade etmezdi. Tamamen gittiğinde olacakları düşünmek yerine o an kalkıp varlığını hissettirmemesine kızardık içten içe, buna üzülürdük. Oysaki ölmemiş olması bile bir mucizeyi barındırmaz mıydı?
Bu düşünceler arasında, boş koridorda yürüyordum. Hastanenin çıkış kapısına ulaştığımda, temiz ve serin rüzgarın irkilmeme neden olmasına izin verdim. Yorgun hissediyordum kendimi. Bir titreşim hissettim ve elimi önlüğümün cebine attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Beyazı
Ficțiune adolescențiGeçmiş, geleceğin beklentisini sömürürcesine, ruhsuz bakışlarına işlemişti. Pişmandı. Yaptıklarından ve yapacaklarından. Herkesin korktuğu, o ruhsuz bakışlarından arınamayan Aras, namı diğer "Sansar" geçmişin getirdiği acı tadı, ruhsuz bakışlarına...