Bir kaç adım attığımda daireme ulaşmıştım. Anahtarı, siyah ve kahverengi tonlarındaki kapının kilidine yerleştirip yavaşça sağa çevirdim. Karanlıkta, elimi duvarda gezdirip ışık düğmelerini elimle aradım. Düğmeyi bulduğumda, ışığın yanması için yavaşça dokundum. Etrafı daha net görmenin verdiği huzurla merdivenlerin olduğu tarafa yöneldim. Hızlı adımlarla merdiveni çıktım. Saate baktığımda, Doğukanların gelmesine yaklaşık bir saat olduğunu gördüm. Duş almak için yeterince zamanım olduğuna karar verip, kendimi odamın hemen bitişiğindeki banyoya attım.
***
Saçlarımı kuruttuktan sonra, Doğukan ve Sinem geldiğinde yiyebilmemiz için bir şeyler hazırlamak adına mutfağa ilerledim. Mısırı ve yağı tencereye yeni boşaltmıştımki içeriye dolan zil sesiyle koşar adımlarla kapıya ulaştım. Karşımda bir adet bana sinirli gözlerle bakan, "Bir kapıyı açmak nasıl oluyor da senin için bu kadar zor oluyor?" diye söylenen Doğukan gördüğümde kahkahayı bastım. Kahkahalarımı dizginlediğimde Sinem'e hoşgeldin diyerek içeriye davet ettim. -Sinem'i diyorum çünkü Doğukan çoktan içeriye dalmıştı.-
Üst kata çıkma işlemini hızla tamamlamış olan Doğukan'ın peşine Sinem'i de yollayıp mısırlarımı patlatmak için mutfağa yöneldim.
Yukarı çıktığımda kesinlikle beklediğim şey, Sinem'i sömüren bir Doğukan değildi. Hafifçe öksürüp içeriye girdim. Kıpkırmızı kesilmiş Sinem'in haline karşı oluşan kahkaha atma isteğimi içimde tutup, film seçmek için rafların bulunduğu duvara yöneldim.
Dead Souls "Geç."
Whole Lotta Sole "Geç."
Tusk "Geç."
Hemen hemen saydığım her filme geç diyen Doğukan'a ölümcül bakışlarımı atıp, ona sormadan bir film taktım DVD oynatıcıya. Away From Her oynamaya başladığında, Sinem ve Doğukan'ı çift kişilik koltukta yanlız bırakıp, televizyonun karşısındaki mavi, tek kişilik koltuğa kuruldum.
***
Bir buçuk - iki saat süren filmin sonunda, gözlerimi sevimli çifte çevirdiğimde, ikisininde uyuya kaldığını gördüm. Onları uyandırıp, misafir odasındaki yatağa yatmaları için bir kaç cümle kurdum. Sonunda uykusundan uyanan Doğukan, Sinem'i de alıp, odaya geçti.
Dağınıklıkları toplamak için, oturma odasına yöneldim. Herşeyi yerli yerine koyduğumda, müzik çalarımı da alıp yumuşacık yatağıma gömüldüm. Mabel Matiz - Gel şarkısı eşliğinde kendimi uykunun güçlü kollarına bıraktım.
***
Sabah uyandığımda saat 7'ye geliyordu. Sinem ve Doğukan'ın derslerinin, bu saatte olmadığını bildiğimden onları uyandırma gereği duymaksızın evden ayrıldım. Dışarı çıktığımda, krem rengi, üzerinde mavi çiçekleri olan elbisemi giymekle yanlış tercih yaptığımı anladım. Üzerimdeki, elbisemden 1-2 santim uzun olan hırka, bacaklarıma işleyen soğuğa barikat kurmakta tabi ki etkisiz elemandı. Daha fazla üşümemek adına, aceleci adımlarla arabamı park ettiğim alana ulaştım. Arabamın kapısını açabilmek için, anahtardaki kilit açma düğmesine bastım. Arabanın kilidi açıldığında, tenimi yalayıp geçen rüzgardan kurtulmak amacıyla arabanın içine attım kendimi. Dersin başlamasına 15 dakika kaldığını gördüğümde, gaza daha çok yüklendim.
Derse 5 dakika geç kalmış olmak, Cevdet Hoca'nın dırdırını çekmek demekti. Ve ben derse 5 dakika geç kalmıştım. Daha fazla gecikmek istemediğim için koşar adımlarla dersimin olduğu bölüme ilerledim. Kendimi Cevdet Hoca'nın "Bu kaç oldu, Arya?!" gibi cümlelerine hazırlamıştım ki, şanslı günümde olduğuma karar verdim. Cevdet Hoca'nın derse geç kaldığı sık sık tekrarlanan bir olay değildi. Geldiğinde beni kapının eşiğinde dikildiğim için, cümlelere boğması riskini göze almamak için boş bir yere girdim. Çok geçmemişti ki Cevdet hoca geldi.
***
"Çok güzeldi, anlatamam sana Arya." ... "Filmi açtığımızda biraz izledik, sonra birbirimizin gözlerine kilitlendik." ... "Arya?" ... "Sen beni dinliyor musun ?! " Ecrin'in kulağımı sağır eden sesi, beni hayal dünyamdan çekip almaya yetmişti. "Efendim?" Ecrin sanki ona, ondan hoşlandığımı söylemişim gibi bana kötücül bakışlar attığında, ben de ona anlamadığımı belirten bakışlar atıyordum. "İyi misin? Yaklaşık 20 dakikadır konuşuyorum ve sen hiç bir cümlemi dinlemedin de." Kızgınlığının nedenini söyleyen Ecrin'e üzgün olduğumu belli edecek şekilde baktım. "Üzgünüm. Dün gece Doğukan ve Sinem bizdeydi. Geç saate kadar film izledik. Hala kendime gelemedim." "Kafeye gittiğinde de böyle olmasan iyi olur. Yoksa Salih amca servisleri senin yerine bana yaptırır ve emin olabilirsin ki bu hiç meraklısı olmadığım bir durum." diyerek otuz iki diş sırıtan Ecrin'e bir gülümseme yolladım.
Hava, sabaha kıyasla çok daha iyi olduğu için kafeye yürüyerek gitmeye karar vermiştik. Yolda bir köpek yanımıza yaklaştığında çığlık atıp, kaçan Ecrin'in haline kahkahalarla gülmeye başladım. "Kov şunu! Kov! Gitsin!" Gülme isteğimi bastırmak için, alt dudağımı ısırarak konuşmaya başladım. "Ecrin alt tarafı küçücük bir köpek. Hem acıkmış gibi." diyerek masumca bize bakan, uzun, beyaz tüyleriyle oldukça şirin gözüken köpeğin başını okşadım. Gözlerim tam çaprazımızdaki marketi yakaladığında, Ecrin'e herhangi bir cümle kurmaksızın markete yöneldim. "Ya beni bu köpekle yalnız mı bırakacaksın Arya?" "Yemez seni Ecrin." diyerek gülümsedim ve markete ilerlemeye devam ettim. Marketten biraz süt ve sütü koyabileceğim küçük bir kap alıp çıktım. Ecrin'in yanına ulaştığımda sorar gözlerle bana bakıyordu. "Bunlar ne şimdi?" "Süt ve mama kabı?" "Sahi mi? Ben fark edememiştim." Ecrin'in alay yüklü sesine gözlerimi devirip, yere eğildim. Kabı yere bırakıp , kutunun içindeki sütü kaba boşalttım. "Gidebiliriz."
***
"Biz geldik Salih Amca!" Her zamanki gibi güler yüzüyle bizi karşılayan Salih Amca'ya borç bildiğimiz sıcak gülümsemelerimizden birini yolladık. Ben bir bardak kahve içmek için içeriye yönelmiştim. Ecrin ise, aceleci davranıp, masaya oturan müşterilerin yanında bitip siparişlerini aldı.
Kahvemi bitirdiğimde daha iyi hissediyordum. Uykulu ama daha dinç. İçeri bir müşteri girdiğini söyleyen Salih Amca'nın sesini duyduğumda, müşterinin oturmuş olduğu masaya yönelmiştim çoktan.
"Buyrun ne alırdınız?" "Sade bir kahve." Ne istediğini söylerken bile kendini beğenmiş bir tavır takınan bu genç adama kahvesini vermek üzere içeri yöneldim. Saniyelik duygular içinde de olsa, izlendiğimi hissettim fakat önemsemeyip adımlarımı hızlandırdım. Kahveyi hazırlayıp, masaların bulunduğu alanı adımladım. Masaya ulaştığımda, tepsideki sade kahveyi masaya koymak için hareketlendiğimde, adamda ayağa kalkmıştı. O ayağa kaltığında dengemi sağlayamamamdan ötürü, elimdeki tepsi yere düştü ve vücudum soğuk zeminle tanıştı.
Adam, belli ki bunu komik bulmuştu. Yere düştüğümde her hangi bir kaldırma girişiminde bulunmaksızın, dişlerini gösterecek biçimde dudaklarının alayla yukarı kıvrılmasından anlamıştım bunu. "Masaya kahve koymayı bile beceremeyeceksen garson olmanın ne anlamı var?" Yere düştüğümde, benimle birlikte yere düşen telefonumu, ve adama çarpmamdan dolayı elinden yere düşen telefonunu elime aldım. Özür dileyerek ve hemen yeni bir kahve yapacağımı söyleyerek telefonunu ona uzattım. Küçümseyici bakışları eşliğinde telefonunu siyah pantalonunun cebine sıkıştırdı. "Artık gerek yok. Yenisini beklersem muhtemelen senin gibi sakar bir garson yüzünden gitmem gereken yere gecikeceğim." adamın sert tavrı karşısında, kızaran yanaklarım, beyaz tenim nedeniyle kendini hemen elevermişti.
Adamın dudakları tekrar alayla yukarı kıvrıldığında, gitmek için hareketlendiğini, sandalyenin üzerindeki ceketini kavramasından anlamıştım. Tekrar üzgün olduğumu dile getirip mutfak bölümüne yöneldim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Beyazı
Teen FictionGeçmiş, geleceğin beklentisini sömürürcesine, ruhsuz bakışlarına işlemişti. Pişmandı. Yaptıklarından ve yapacaklarından. Herkesin korktuğu, o ruhsuz bakışlarından arınamayan Aras, namı diğer "Sansar" geçmişin getirdiği acı tadı, ruhsuz bakışlarına...