Cuma
12:17
MuratSibel'le kantine girerken hala ellerim titriyordu. Siktiğimin Coğrafya ödevini yapmamıştım tabii ki. Onun ağzını yüzünü dağıtamayacağım da kesindi. Ama bu denemeyeceğim anlamına gelmiyordu.
Gemileri yakmıştık. Yakmıştık çünkü artık sorun yalnızca bu aptal tehditleri ve imaları da değildi. Mehmet okuldan ayrılmıştı. Bursunu kaybetmişti ve ben daha gözümü açmadan sabahın köründe öğrenmiştim bunu.
İlk iki dersi ekip, eskiden gittiğimiz kafede oturup neredeyse bir paket sigara içmem de o yüzdendi. Hem devamsızlığın amına koymuştum, hem de ciğerlerimin.
Benim yüzümden birinin başına bunların gelmesini sindiremiyordum. Sibel yanımda sakin olmamı tekrar tekrar tembihlese de kan beynime sıçramıştı ve öfkeden gözlerim kararmıştı bir kere.
Kantinden içeri girdiğimizde, eskiden sürekli beraberce oturduğumuz masaya diktim gözlerimi.
Hepsi oradaydı. Tüm şerefsizler bir aradaydı. Cengiz, Sedat, Vural, Banu ve tabii ki baş şerefsiz Onur.
Kendi aralarında gayet rahat muhabbet edip, gülüyorlardı.
İlk önce duraksadım. Çünkü Sibel'in de başını yakmak istemiyordum. Kız zaten hoşlandığı çocukla benim yüzümden düşman olmuştu, onu bu kavganın içine daha da çekmemem lazımdı.
"Sibel sen çık."
"Ne diyorsun Murat, yürü şöyle."
Gömleğimden tutarak beni yemek sırasına doğru çekiştirmeye çalıştı.
"Bugün yemekler benden, hadi gel."
Yerimde mıhlanmıştım. Kıpırdamadım.
"Sibel Allahını seversen git buradan. Bak yalvarırım" kulaklarım uğulduyordu. Böyle kara bulutlar resmen başımın üstünde tüm hücrelerime basınç yaparken, şakaklarım zonkluyordu. Öyle bir boka batmıştık ki artık dayanamıyordum. Zavallı Mehmet'in başına bunların geldiğine inanamıyordum.
"Seni bırakmam." Sibel kısık sesle söylemişti. Sinirle bakışlarımı o puştların olduğu masadan çekip, ona döndüğümde gözleriyle bana yalvarıyordu. Ama bu sefer kararlıydım.
Bir ay boyunca hepsini alttan almış şu yorgun bünyeme artık tak etmişti. Biraz o yüzden, biraz da arkadaşım için, biraz da belki artık onunla olan tüm bağı kesmek için en kestirme yol olacağına inanıyordum bunun, Sibel'in koluma tutunan elini yavaşça silkeledim.
Gözleri kocamın açılmış bir şekilde suratıma bakarken onu omzundan geriye doğru döndürüp, dikleştim.
Beni ilk fark eden Banu oldu. Gülen suratının, göz göze geldiğimiz anda tiksintiyle asılması görülmeye değerdi. Kaltakların şahı Banu. Bundan bir yıl önceye kadar peşimde köpek olan kız, şimdi benimle ibne diye dalga geçiyor, bu da yetmemiş gibi Vural'la çıkmaya başlamıştı.
Hepsi midesizdi de, yıllarca Banu'yla taşşak geçen Vural pisliğinin kıza düşmesi komikti gerçekten.
Banu'nun bakışlarını takip ederek, beni ondan sonra ilk farkeden Sedat oldu ve sonra diğerleri. Onur'un arkası dönüktü.
Cengiz'in çene hareketiyle bana doğru döndüğünde, otuz iki diş sırıttı pislik. Sonra nasıl bir ruh hastası olduğunu hatırlatmak için göz kırpıp, işaret parmağıyla beni çağırdı.
Titreyen ellerimi yumruk halinde cebime sokup, hızlı adımlarla masalarına doğru yürümeye başladığında, hepsi ayağa kalkmış, dik dik suratıma bakıyorlardı. Hissediyordum. Ama gözlerimi as adamdan çekmedim. Bir saniye bile göz temasını kırmadan, bilmem kaç büyük adımdan sonra, tam karşısında dikildim.