"Hoş geldin, Kacchan!" Bembeyaz dişlerinin eşlik ettiği parlak gülümsemesi ile birlikte bana doğru gelirken kalbimin çarpıntısı nefesimi kesmişti. Önümde durdu, yeşillerini kırmızılarıma sabitledi. Bakışlarında gizlediği şefkati görebiliyordum.
"Nasıl hissediyorsun?" Başımı kaldırıp ona bakarken yutkundum. Açıkçası nasıl hissettiğimden emin değildim. Tek bildiğim şey bedenen ne kadar temizlensem de içten içe kirli olacağımdı. "İyiyim... Sanırım."
Parmakları alnımı buldu, muhtemelen dağınık duran saçlarımı hafifçe düzeltti. Teni sıcacıktı. Dokunuşları yanaklarıma kaydığında gözlerimi kapatıp derin bir nefes almamak için zor tutmuştum kendimi.
"Merak etme," Kendinden emin bir gülümseme takındı. "İyi olacaksın."
Kendimi bırakıp saatlerce hıçkırarak ağlamak istiyordum. Ben... iyi olacak mıydım gerçekten?
Düşüncelerimde boğulmuşken gözlerimin dolduğunu fark etmemiştim bile. "Hayır, hayır, hayır..." Eli yanağımı kavradı nazikçe, tutamadığım bir damlayı yakaladı. "Ağlama güzelim. Her şey zamanla düzelecek, inan bana." İrisleri kararlı bir yeşile bürünmüştü. Evet, daha tanışalı bir gün bile olmadı. Hatta onu birkaç saattir ayık bir kafayla görüyordum. Belki de yıllardır benimle ilgilenen, benimle bu kadar güzel konuşan biri olmadığı içindir ama ben... ona inanmak istiyordum.
"Hadi bakalım, şimdi kahvaltı zamanı!" Neşeyle hafifçe sesini yükselttiğinde ben de toparlanmam gerektiğini anladım. Utançla gözlerimi silerken o arkama geçti ve ellerini kibarca omuzlarıma yerleştirdi. Biraz tedirgin olmuştum bu hareketiyle. İstemsizce tüm vücudum kasıldı, zihnime bir sürü görüntü doluşmuştu.
Sakinleşmeye çalışırken onun şaşkınlıkla içine keskin bir nefes çektiğini duydum ve anında tekrar yanıma geçti. "Çok üzgünüm! Ben... bir an düşünemedim." Sorun değil dermiş gibi başımı salladım. Tabi ki her şeyin farkındaydı ve bilerek beni kötü hissettirecek şeyler yapmayacağını düşünüyordum, içten içe biliyordum da.
Masaya geçtiğimizde gözlerimin parladığına yemin edebilirdim. Onlarca çeşit kahvaltılık vardı ve ben o kadar açtım ki. Sevdiğim şeylerden tabağıma hızla doldurmaya başladığımda karşımdaki sandalyeye otururken güldüğünü duymuştum, utançla hareketlerimi yavaşlattım.
"Çok tatlısın, Kacchan." Dirseğini masaya koymuş, yanağını da eline yaslamıştı ve çok... hayran kalmış gibi bakıyordu? Kanın yanaklarıma toplandığını hissediyordum yavaş yavaş.
Ağzımdaki lokmayı yutup konuyu dağıtmak için dakikalardır aklımda dolanan soruyu sordum. "Siz adımı çoktan öğrenmişsiniz tabi de... Ben hala sizin adınızı bilmiyorum." Konuşurken boğazım acıyordu hafiften. Önceki gün çok bağırmıştım, ses tellerim zorlanmıştı muhtemelen. Bu yüzden sesim kısıktı. Kendimi zorlamıyordum.
"Ah, haklısın, kendimi tanıtmayı unuttum! Ben Midoriya İzuku." Midoriya mı? Bu ismi biliyordum. Fazlasıyla meşhurdu. Elini ensine attı, dudaklarına oldukça şirin bir gülümseme hakimdi. "Soyadımı sıklıkla duymuş olmalısın. Sen de Bakugou ailesinin bir üyesi olarak bu işlerle ilgilisindir ister istemez." Başımı sallayarak onayladım sözlerini. İş dünyasında oldukça fazla duymuştum adını, bizim kadar ünlü ve güçlüydü aynı zamanda. Ve yine bizim gibi, tertemiz değildi.
"Yirmi dokuz yaşındayım, babamın bana bıraktığı işleri yürütüyorum yaklaşık on senedir." Bunu bekliyordum. Ben yirmi iki yaşındaydım ve üniversiteden yeni mezun olmuştum, benden büyük olduğu belliydi. Aradaki yedi yaş beni hiç şaşırtmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Take Care Of You | DekuBaku
Fanfiction"Merak etme miniğim," Baş parmağı gözlerimden firar eden bir damla yaşı yakaladı. Yeşillerinin ardındaki tutku kırmızılarımı delip geçerken tadını damağımda bırakan, arzuyla karşılık verdiğim bir buse bıraktı dudaklarıma. Burnunu burnuma sürttü, sıc...