Mehmet Akkurt'un kaleminden...
Geriye dönemem. Yolumu seçtim.Gözlerim dolmuştu. Ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Ankara'ya kasvet çökmüştü. Güçlü durmak zorundaydım. Serhat Güneş'in oğlu Fırat Güneş olarak dik durmalıydım. Dik durmayı babamdan öğrendim. Babamın tabutunu yavaşça mezara indirdiler. Babamı tabuttan çıkardıklarında annem son kez görmek için babamın ölüsünün başına gitti. Baktı sadece baktı. Elini toprağa attı. Sevdiği adamı kaybetmişti. Dedem, annemi mezarın başından aldı. Babamı mezara koyup üstüne toprak atmaya başladılar. Ben kalabalığın en arkasında babamın mezarına toprak atmalarını izliyordum. Baba acısını iliklerime kadar hissediyordum. Duygu yoğunluğu yaşıyordum resmen. Dedem ile göz göze geldik. Gözüyle işaret etti bana. Olduğum yerden mezarın başına doğru gidip kürek ile bir kez mezara toprak attım. Toprağı attıktan sonra geri çekildim. Bu alemde eğer merhum pusuya düşürüldüyse oğlu mezarına bir kez toprak atar ve intikam alınacağını haber eder. Bundan sonra çocukluk bitti. Artık her şey değişecek...
Babamı sonsuzluğa uğurladık. Mezarın başında durduktan sonra babamı karanlığına bırakıp kendi hayatımıza dönmek zorundaydık. İçimde bir boşluk vardı. Adını koyamadığım büyük bir boşluk. Her gün büyüyünce onun gibi olacağımı hayal ettiğim adam toprağın altına girmişti. Kendimce yeminler ettim. Babamı benden alanlardan hesap soracaktım. Bu düşüncelerle eve geldim. Eve geldiğimizde taziye için gelenlerin ardı sırası kesilmiyordu. Ulan ölen hem bizden hem de milleti ağırlamak zorunda kalan da biziz. Aynı Türkiye'deki adalet sistemi kadar saçma bu olay. Acı çeken adamdan yemek beklenir mi? Rezalet gerçekten. Kocasını kaybetmiş annem milleti doyurmaktan da geri kalmadı. Bu olayın tek bir açıklaması olabilir. Ölenle ölünmüyor demek ki. O kadar ucuz bir hayat ki gömüldükten sonra unutulup seni de tozlu raflarda ki hiç açılmayan kitapların içine bir kağıt parçası gibi sıkıştırıp atıyorlar. Ama ben unutmayacağım. Öldükten sonra insanın hiç bir değeri kalmıyor. Hayır babam hep değerli. Merdivenlerden yukarı çıktım. Boş odanın birine geçtim. Babam ile yaşadığım şeyleri zihnimde canlandırıyordum. Her hafta silah sıkmaya giderdik. Bana kendimi nasıl korumam gerektiğini, silahı nasıl tutmam gerektiğini, nişan almayı öğretirdi. Hayatın zorluklarını anlatırdı. Onu dinlemek dünyanın en güzel şeyiydi. Güzel şeyler yaşadık babam ile. Belki de birlikte yapacağımız çok az güzel bir şey kaldığı için yukarıdaki babamı yanına çağırdı. Bunu bilemeyiz. Bunu kimse bilemez. Ben babam ile anılarımızı düşünürken açık olan odanın kapısından dedem girdi. Yanıma kadar geldiğinde fark ettim dedemin geldiğini. İki günde çökmüştü yaşlı kurt. Yanıma oturdu. Bana sıkıca sarıldı. Yılların kurdu Duran Güneş nerdeyse ağlayacaktı bana sarılırken. Oğlunu kaybetmek onun tüm dengesini sarsmıştı adeta. Hem alemin hem onun dengesini. Gözlerimin içine baktı
- Dik dur oğlum. Biz hep dik durcaz.
- Dede babama bunu yapanları bul. Cezasını ben vermek istiyorum.
- Oğlum senin yaşın daha küçük olmaz.
- Dede, ben babamın oğluyum. Babama bunu yapanları affetmicem.
- Ben buna izin veremem. Sen sadece dik dur o yeter. Benim bir işlerim var evin erkeği olarak eve sahip çık. Yapanlardan hesap sorulacak.
Gönülsüzce başımı salladım. Dedem odadan çıktı. Bir an için tüm duvarlar üstüme geldi. Boğuldum. Oturduğum yerden kalktım. Odadan çıktım. Kendimi zar zor bahçeye attım. Ne yapmalıyım? Diye düşünmekten de kendimi alamıyordum. Rahat değildim. Delikanlı tarafım ağır basıyordu. Babamın katillerini öldürmek istiyordum. Anca o zaman içim soğuyabilirdi. Babamın oğluyum işte yerimde duramıyorum. Babam çok uğraştı benimle. Sırf babam hakkında kötü konuşuyorlar diye bir çok çocuğun kafasını yere sürtmüştüm. İlkokuldan beri benim yaramazlıklarımla uğraşıyorlardı. Bahçeyi koruyan demilerlere yaslanıp boşluğa bakıyordum. Önümden dedemin adamlarından biri geçti. Telefonda hareretli bir konuşma içerisindeydi. Arkasından gizlice giderek konuşmaya dahil oldum.
{Evet efendim İnönü Caddesi No14 eski
fırının yanında ki boş depoda kalıyorlarmış. Birazdan çıkacağız. Tamam efendim tabi ki de sağ getircez. İyi günler}Bu fırsat bir daha ayağıma gelmezdi. Adresi beynime yazdım. Bu adres çok tanıdık gelmişti. Koşar adım eve girerek babamın odasına girdim. O kadar kalabalıktı ki ev benim varlığımı kimse fark etmiyordu. Odasında ki siyah iki katlı çekmecenin alt katından silahını aldım. Bayağı da ağırdı. Neyse ki silahı ilk elime alışım değildi. Şarjörünü çıkartıp baktım doluydu. Babam her ihtimale karşı dolu tutardı silahı. İncecik belime koydum silahı ve acele adımlarla bahçede ki adamları izlemeye koyuldum. O sıra da taksi çağırmayı da unutmadım. Bir süre geçtikten sonra adamlar arabalarına bindikleri an bende gelen taksiye atlayıp öndeki arabayı takip etmesini söyledim.
- Öndekilerle beraber misin ufaklık?
- Abi sen sadece onları izle. (gergindim.)
- Tamam kardeş.
Yarım saat sonra belirtilen konuma gelmiştik. Abiye durmasını söyleyip daha önceden indim. Belimde tabanca, ne olacağını bekliyordum. Kendime güzel bir yer seçip beklemeye koyuldum. Adamı depodan çıkardıkları an saklandığım yerden çıkıp adamı herkesin gözü önünde vuracaktım. Hem babamın mezarına attığım toprağın hakkını vermiş olacaktım. Hem de Serhat Güneş'i mezara dik koymuş olacaktım. Tek hamle hakkım vardı. Bu hakkımı çok iyi kullanmam lazımdı. Kafam da kurmaya başladım. Çıkış anını , silahı çıkarışımı ve vuruşumu... İçeri gireli baya bir süre olmuştu. Ses yoktu içeriden. Yoksa kaçmış mıydı? Kafam da türlü türlü senaryolar kurdum. Tam yerinden çıkacakken deponun kapısı aşırı bir gürültüyle açıldı. Gördüm. İşte Özgür oradaydı. Özgür'ün iki koluna iki tane adam girmiş depodan çıkarıyorlardı. Yüzünden içeride hırpalandığı belli oluyordu
Adamı depodan çıkarırken baya bir gürültü koptuğu için sokakta ve dükkanlar da olan insanlar pür dikkat kesilmişti. Bir şeylerin cezasını vermek için tam sırasıydı.
Olduğum yerden ÖZGÜRRRRR! diye bağırarak çıktım. Adamlar beni görünce şok oldu. Karşılarına geçtim. Herkes şaşkındı. Elimi belime attım. Belimin inceliğinden düşecek olan on dörtlüğü çıkararak namluyu babamın katiline doğrulttum. Hiç tereddüt etmeden iki el göğüsüne doğru silahı ateşledim. Kıyamet koptu sanki. Millet çığlık çığlığa kaldı. Çoğu insan kaçtı. Bazıları da dükkanlarına girip hala izlemeye devam ediyorlardı. Klasik Türk insanları işte. Kaostan besleniyorlar. Eğer tereddüt etseydim belki sıkamazdım. Dedemin adamları üstüme gelmeye çalıştılar silahı onlara da doğrulttum. Geri çekilmelerini söyledim. Dedemin adamları birbirlerine bakıyorlardı. Hiç bir şey yapamazlardı bana. Geri çekilmek zorunda kaldılar. İyice geri çekildikten sonra yerde yatan Özgür'ün yanına doğru geldim. Ağır yaralanmıştı belli. İzleyenlere doğru seslenerek;
- Bu yerde yeten ciğeri beş para etmeyen adam benim babamın katili. Ben Fırat Güneş olarak babam yani Serhat Güneş'in intikamını aldım.Cümlemi bitirdiğim anda kafasına bir el ateş ederek Özgür'ü ebebiyete uğurlamış oldum.
-4541 merkez duyuyor musun?
-Evet duyuyorum. Söyle 4341
-İnönü Caddesi No14 cinayet. Bir çocuk cesedin başında silah ile bekliyormuş. Hemen intikal edin.
- Tamam 4341. İntikal ediyoruz.
Polis minibüsün de oturan kel, göbekli adam yanında duran kendisine nazaran daha genç duran adama dönerek;
Ülkenin çocukları bile katil oluyor.