Her şey bu kadar basit miydi? İnsan birkaç küçük çizik ile ölebilir miydi? İnsan, birkaç küçük çizik ile öldürebilir miydi sevdiğini?
Aklımda dönüp duruyordu bu sorular. Bu kadar kolay mı? dedim kendi kendime.
Bu kadar kolay mı Jully?
~
Oysaki Aidan'ın hiçbir şeyden haberi yoktu. Her şeyi bilse yine diyebilir miydi aynı şeyleri? Yine diyebilir miydi "Bu karar kolay mı Jully?"
Diyemedi.
Jully karşısında, yerde kolları kan içinde yatıyordu. Etrafta ilaç kutuları vardı. Önce ilaç içmeyi denemiş ama başaramayınca bu yolu seçmişti. Bileklerinde küçük ama derin çizikler vardı. Damarını patlattığı kesindi. Aidan için öldüğü ne kadar kesinse.
Birkaç dakika öylece kaldıktan sonra hızlıca Jully'e sarıldı. Geri dönmesi için yalvarmaya başladı. Kime yalvardığını bilmiyordu ama yalvarıyordu işte. Dua ediyordu, dilek diliyordu. Bu yakarışlara her ne denirse. Çaresiz kalan her insanın yaptığı gibi yalvarıyordu Tanrı'ya. Belki de ilk kez, ama son kez olmadığı kesindi.
Yaklaşık beş dakika sonra kalktı yerinden. Daha fazla zaman kaybetmeden ambulans çağırdı. İlk geldiğinde çağırması gerekirdi ama o çoktan öldüğüne kanaat getirmişti. Bu yüzden onun için zaman kavramı önemsizdi.
Peşin hüküm vermek hiçbir zaman iyi olmamıştı. Şuan olduğu gibi.
Ambulans gelene kadar Jully'nin başında bekledi. İçinden geçen her şeyi söyledi. Belkide son şansını kullanıyordu.
Kısa bir süre sonra ambulans geldi. Ardından polis ve Jully'nin ailesi. Aidan bu kadar kısa sürede nasıl geldiklerini anlayamadı ama kafasına takacağı daha büyük problemler vardı. Ambulans Jully'yi götürdükten sonra polisle birlikte karakola gitmeleri gerekti. Aidan, ifadesi alındıktan sonra karakoldan çıktı. Jully'nin ailesine baktı. Onların ifadesi daha önce alınmıştı. Babası telefonla konuşuyordu. Kapattıktan sonra Aidan'a baktı ve ağır adımlarla yanına geldi.
"Ölmüş."
Tek dediği buydu. Ölmüş. Aidan zaten kendini buna hazırlamıştı ama yinede kabullenemedi. Aşık olduğu, en değerlisi tek başına bırakmıştı onu. Oysaki ne kadar çok söz vermişlerdi. Gitmeyeceklerdi birbirlerinden. Ama Jully o sözleri tutmadı, tutamadı. O güç kalmamıştı artık içinde.
"Görmek istiyorum. Kendi gözlerimle."
Kendinden emin sesine karşılık babasının yüzünde tek bir kas bile oynamadı. Kızının öldüğünü gösteren hiçbir mimik yoktu suratında.
"Olmaz. Yarın cenazesi kalkacak, oraya gelirsin."
Aidan'ın cevabını beklemeden gitti yanından. Bir süre ikisine baktı. Kızlarının ölümüne ne kadar umursamaz yaklaştıkları dikkatini çekti. Sanki herhangi biriydi Jully onlar için.
~
Eve gittiğinde mecburen ailesine anlattı Aidan. Babası neredeyse ağlayacaktı. Kendi kızı gibi görürdü onu. Annesi sessiz kaldı. Yorum yapmadı. En çok Emma üzüldü. Tek ablası onları bırakmıştı. Hemde isteyerek.
~
Sabah uyanmak bile istemedim. Benimde canımı alsınlar istedim. İnsan hayatının anlamını bir kez kaybedince bir daha kendine nasıl gelirdi ki?
Mecburen üstümü giyindim ve kahvaltı yapmadan Jully'nin gömüleceği mezarlığa gittim. Henüz boştu mezar. Daha girmemişti oraya. Kenara, bir taşın üstüne oturdum. Boş gözlerle baktım mezara. Baktıkça ben ölmeliydim diye düşündüm. Jully değil, ben.
Yaklaşık yarım saat sonra oturduğum yerden kalktım. İçim acıyordu. Kalbimin acısını saracak biri yoktu artık. Yavaşça mezarın kenarına yaklaştım. Yanıma tanımadığım biri geldi.
"Cenazeniz mi var?"
"Evet." diyebildim sadece. Ne denirdi ki başka?
"Kendini suçlamayı bırak. Uzaktan belli oluyor, boş mezara bakışından. Gençsin daha, mahfetme hayatını."
Adamın sözlerine tebessüm ettim. Jully'nin hayatı bitmişken benimkinin ne önemi vardı?
Göz ucuyla adama baktım. Buralarda birini ziyarete gelmişti anlaşılan. Önüme döndüm geri. Gözlerimi mezara diktim yeniden.
"Sizce o mezara ben girsem, şuan. Geri döner mi? Sonuçta yerini ben aldım değil mi? İlla birinin ölmesi gerekiyorsa ben öleyim işte. Alsınlar canımı, yeter ki o dönsün. Yeniden gülsün yüzü, yeniden açılsın o gözleri. Beni görmesin ama diğer herkesi görsün. Yeter ki o solgun yüzü yeniden canlansın."
Aptalca olsada söylemiştim bunları. İnsan çaresiz kalınca ne yapacağını şaşırıyordu. Bir an cidden düşünmüştüm yapmayı. Ne kadar saçma olsada mantıklı gelmişti. Elimden başka bir şey gelmiyordu ki.
Kadınım ellerimden kayıp giderken öylece izliyordum. Elim kolum zincirlerle bağlanmış gibiydi.
"O yaşasa ne olacaktı sanıyorsun? O da ölmeyi dileyecekti. Nefret edecekti belki de kendinden. O da senin gibi kendini suçlayacaktı. Bunu mu istiyordun?"
Sessiz kaldım. Haklıydı ama yinede onaylamadım dediklerini. Kabullenmedim gerçekleri. En büyük hatam da bu oldu.
~
Kısa bir süre sonra cenaze geldi. Aidan'ın ailesi dahil olmak üzere birçok kişi vardı.
Jully mezara koyulduktan sonra herkes dağıldı. Ailesi bile gitti ama Aidan gidemedi. Akşama kadar orada durdu. Sanki hiçbir şey olmamış gibi sohbet etti onunla.
"Sizin evin oraya yeni bir kafe açılmış. Oraya mı gitsek? Ya da vazgeçtim. Sen sevmezsin öyle sıkıcı yerleri. En iyisi korku filmine gidelim. Sen yine korkuyorum diye dalga geçersin benimle. Ben yine kızarım sana. Olur mu?"
Masumca sorduğu soruya cevap alamayınca sabahtan beri içinde tuttuğu gözyaşları akmaya başladı. Hıçkırarak ağladı. İçini döktü. Rahatlamadı belki ama az da olsa iyi gelmişti.
"Demek benimle sinemaya bile gelmek istemiyorsun. Peki o zaman bende istemiyorum artık."
O gün Jully'nin gömülmesine değil de, onunla sinemaya gelmemesine ağlamıştı Aidan. Onunla tekrar dalga geçmediği için, tekrar onunla kavga etmediği için ağlamıştı.
~
Upuzun bir aradan sonra yine benn<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişten Mektuplar ~ Aidan Gallagher
Fanfiction"Özür dilerim sevgilim. Beni bir daha sevemeyeceğinden korktum." Aidan, göz yaşları akarken mektubu kapattı ve son kez konuştu: "Seni seviyorum Jully."