the cup in my black hand is to me, bring is to me

2.3K 279 181
                                    

purple rain - the king must die

29 Nisan Cuma,
17.43 Seoul.

Yattığı yerde büzülmüş, iyice kıvranmıştı.

İki ya da üç gün oluyordu buraya geleli, ve şimdiden sıkılmıştı. O gece, Hyunjin Jeongin'in yanına yatmış, onu asla bırakmamıştı. Jeongin tüm geceyi kafasını kaldırmaktan utanarak ona sarılarak geçirmişti.

Kendini garip bir oyunun ortasında bulmuştu ve inanmak istemese de zorunda bırakılıyordu. Tutunmaya ve sığınmaya ihtiyacı vardı ama bunu yapamıyordu. 

Kapı kolunun çevrilme sesini duyduğunda gözlerini açtı. Hyunjin birkaç gündür onu buraya tutsak etmiş konumdaydı. Ve Jeongin'in kaçmayı denemiyor oluşu ona güven veriyordu.

İçeri tüm heybeti ile adımlayarak yatakta uzanan adama baktı. Jeongin ise bedenini çevirmeden sadece başını döndürerek ona göz atmıştı.

Altında siyah kumaş bir pantolon, üzerinde ise beyaz; yakasının birkaç düğmesi açık, kolları yukarı çekilmiş gömlek vardı. Onun aksine Jeongin rezil bir hâldeydi. Altında mavi, Hyunjin'in olduğu için onun diz kapaklarına ulaşan uzunlukta bol bir şort, üzerinde de yine uzun bir tişört vardı.

"Bebeğim nasıl?" Yine her zamanki ukâlâlığı ile konuştuğunda Jeongin göz devirerek doğrulmuştu. "Beni burada zorla tutuyorsun," Hyunjin yine söylediğini duymayarak yatağın kenarına oturmuş, elini saçlarına getirerek okşamıştı. "İyisin yani." diyerek gülümsediğinde, Jeongin saçlarında gezinen elini tuttu ve çekmeye çalıştı. "İnsan haklarına aykırı." Hyunjin istifini bozmadan kemikli parmaklarını saran zarif elini dudaklarına gçtürerek bir öpücük kondurmuştu.

"Atış poligonuna gideceğiz." Dediğinde Jeongin kaşlarını çattı. "Sonunda bu ormanlık yerden kurtulacak mıyım yani?" dediğinde Hyunjin gülerek elini bırakmış ve ayaklanmıştı.

"Orman da bir atış poligonudur." Yine aynısını yapıyordu. Onu gafil avlıyor, umutlarını kırıyordu. Buradan kaçabileceğine dair zaten umudu yoktu. Bu konuda emindi. Bu evden kaçmak bir şey ifade etmezdi. Buradan kaçmak demek Hyunjinin avucuna onu vuracak silahı bırakmak demekti.

"Üzerine sıkı şeyler giy, rüzgar esiyor." diyerek arkasını dönmüştü. Gözlerini yumdu yeniden. Ondan gerçekten nefret ediyordu. "Ve beş dakika içinde aşağı in."

Ayağa kalktı, üzerine onun bol ve kalın kıyafetlerinden geçirdi. Çaresizliğini paylaşan sert rüzgarı onunla birlikte karşılarken, sessiz çığlıklarını dinledi zihninden.

Onun cüsseli korumalarını aşarak, sadece onunla birlikte yeşilliklerin arasına ilerlerken tüm bunların çaresizlikten fazlası olduğunu hissediyordu.

Yaşamla ölüm arasında bir arafta sıkışıp kalmıştı. Şu ana kadar sadece onu yaşarken öldüren bir katil olduğunu düşünüyordu. Bunun haklı çıkması için gözlerini yumdu.

Hyunjin, belinden çıkardığı silahı eline uzatınca gözlerini onun gözlerine dikti. Eli silahın namlusunu kavrıyordu. Ondan talimat beklemedi, bir emire ayak uydurmayı göze almamıştı.

Önlerine dizili bira şişelerine baktı. Bir kovboy filminde gibi hissediyordu aslında. Ama aldırış etmeden, kullanmayı çoktan bildiği silahı kavradı. Kolunu kasmadan konumuna ulaştırdı ve işaret parmağını tetiğe getirdi. Tek atışta önünde, uzakta suran şişeyi patlattığında Hyunjin sessizce onu izlemişti.

"Silah kullanmayı biliyorum." dediğinde gülmüştü katil, silahı şişelerin tersi yönünde Hyunjin'e çevirdi. "Seni öldürebilecek kadar hemde." diyerek onun her zaman yaptığı gibi alayla konuştu.

salvatore | hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin