Aynalar saklamıyorlar artık göz yaşlarımı. Görünmez bir sarmal var ve döndükçe beni içine çekiyor. Korkuyorum. Korkuyorum bu sarmalın içinde yok olmaktan. Cazibesi var. Naif bir ses ile fısıldıyor kulağıma doğru, 'Bana gel,' diyor. Birgün inanmaktan başka bir çarem kalmayacağını biliyorum. Biliyorum çünkü; Artık yok oluyorum.
"Bir tane daha?" diye sordu karşımdaki adam. Başımla onayladım onu. Yüksek müzik kulaklarımı sağır ederken, buraya ait olmadığımı bende çok iyi biliyordum. İnsanlar dans ediyor ve içiyorlardı. Sarhoşlardı ve kafaları yerinde değildi. Onlara imrendim bende. Kafam biraz dağılsın da kelebek olayım istedim. Kahverengi saçlarımı geriye itip, kollarımı tezgaha yasladım. Önüme konulan sert içkiye baktım kararsızca. Bir yanım içmek ve bir kelebek olmayı diliyor, diğer yanımsa benim asla kelebek olamayacağımı fısıldıyordu. Yinede küçük bir umut ışığı ile bardağı kafama dikledim. Gözlerim beklenmedik yaşlarla doldu. Belli ki yine ağlama krizine girecektim. Ayağı kalkıp arka tarafta yer alan lavabolara ilerlemeye başladım. İçeriye girince kabinleri kontrol ettim ama boştu. Yere çöküp dizlerimi kendime çektim. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Gözlerimdeki siyah boya akmaya başladı. Ben bu siyah boya gibiydim işte. Çaresiz. Bir darbe geldiğinde yıkılan ve ümütsizce biten.
"Kalk yerden, hasta olacaksın," diyen sesi duymam ile kafamı kaldırmam bir oldu. Baykan'ın burada ne işi vardı? Özellikle mi çıkıyordu her gittiğim yerden? "Kalk dedim." Başımı sallayıp, uzattığı elini tuttum. Ayağı kalkınca uzattığı elini bıraktım ve yüzüne bakmadan aynanın önüne geldim. Eğilip yüzümü yıkadıktan sonra aynadaki yansımasına bakmamaya çalışarak bir peçete alıp yüzümü kuruladım. "Neden her yerde karşıma çıkıyorsun?" diye tüm cesaretimi toplayarak sordum. Biraz sarhoştum ve kafam pek yerinde olmadığı için kelimeler ağzımdan yuvarlanarak çıkmıştı. Yüzüne baktım. Yüzünün altında yatan bir hüzün vardı. Bu hüzün benim eserim miydi? Bilmiyordum ama o kadar güzel bir hüzündü ki bu, bencilce olsa bile hep böyle kalsın istedim. Ufuk mavisi gözlerini seyredeyim istedim. Kumral saçlarına dokunayım istedim. Bronz teninde parmaklarım dans etsin istedim. Delice bir istek her yerimi sararken cevap vermesini beklemeden kumral saçlarına dokundum, parmaklarımın ucuyla. Gözlerinde bir şaşkınlık bombası patladı. Güldüm. "Derya, evine götüreyim seni." dedi. Başımı iki yana salladım. Bir adım atıp dibine girdim ve kollarımı boynuna sardım. Tekrar ağlamaya başladım. Kolları ince belime sarıldı ve kemiklerimi kıracak kadar sıktı. İşte tam ihtiyacım olduğu gibi sarılıyordu bana. Hıçkırarak boynuna gömdüm kafamı. 'Burda bir devlet mi kursam?' diye düşünmeden de edemedim. Burnumu doldurdu, şeftali kokusu. Ne güzel rahatlatıyordu burun deliklerimi. Burnumu çekip daha çok kokusunu içime aldım. Öylece ağladım, ağladım ve ağladım. Saatlerce. Ne o bir şey söyledi ne de ben. Saat sanki bizim için yavaş ilerliyor, tik tak sesi dakikalar sonra değilde saatler sonra çıkıyordu.
###
Ben beyaz değildim, siyahta değildim. O zaman ben gri miydim? Sanmıyordum. Gri, kasvetli bir renkti. Korkakların asıl rengi siyah değil gri idi. Çünkü onlar iki çizgi arasında kalmış, aciz insanlardı. Gri rengi seçmek bir şey değildi. Herkes gri olabilirdi. Önemli olan ya tam siyah olabilmek ya da tam beyaz olabilmekti. Beyaz masumluğun rengi değildi benim için. Yaşanılmamış ve yaşanılması yasak şeylerin örtüsüydü. Kandırıyordu. Adi bir renkti. Siyahsa en güzel şeyleri karanlığının ardına gömen bir renkti. Beyaz gibi adi ama bir o kadar da değişik...
"Nereye gidiyorsun?" diye sordum tekrardan, Aylin'e. "Bilmiyorum. Belki Ankara'ya bir daha hiç dönmem." diye cevap verdi. O giderse artık hiç kimsem kalmayacaktı benim. Aylin, benim arkadaştan da öte kardeşimdi. Gitmesini istemiyordum. Bencildim ben. Hep kendimi düşünüyordum. Onların bakış açısından düşünmeyi hep reddediyor ve asla fikrimden vazgeçmiyordum. "Peki ama neden gideceksin?" diye sordum bu sefer. Kararsızca baktıktan sonra önüne döndü ve konuştu. "Okuluma, İstanbul'a giderek devam ettirmek istiyorum. Artık sıkıldım." dedi. Saçma bir açıklamaydı bu. Neyden sıkılacaktı ki? Bir şey vardı ortada. Açıkcası bu işin sonunda kötü bir şey olmasından korkuyordum.
"Kalk dışarı çıkalım haydi. Şu depresif havayı hiç sevmiyorum, biliyorsun." Başımı sallayıp askılıktan kırmızı hırkamı aldım. Ellerimizi cebimize koyup yürümeye başladık. Ne düşüneceğimi bilmiyordum ki. Düşünmekten beynimdeki damarlar yakında yanacak diye korkuyordum. Her şey üst üste geldiği yetmiyor gibi birde, Baykan çıkmıştı karşıma. Aslında iyi ki çıkmıştı karşıma. Hürkan ile daha az meşgul oluyordu kafam. Hatta artık Hürkan'ı eskisi gibi dile getiremiyordum. Baykan, sohbeti güzel bir adamdı. Onunla tanıştığım için mutluydum. İyi ki görmüşüm onu.
"Şu sokaklardaki kasvetti görüyor musun? Ne kadar bunaltıcı. Bu yüzden gideceğim, İstanbul'a." Aylin'e döndü kahverengi gözlerim. Siyah kahküllerini düzeltirken bir yandan da söyleniyordu. Ela gözlerinde nefret vardı. Bunu anlayabiliyordum. Ben kasveti içimde yaşıyordum. Bunları bana anlatması bir masal gibiydi. O şımarık bir kızdı. Yine istediği bir şey olmamış olmalıydı. Kolay nefret eder, kolay severdi. Değişik bir yapısı vardı. "Abartıyorsun, eminim baban izin vermeycektir," diye cevapladım onu. Başını geriye atıp güldü. İlk defa Aylin'in gülüşünden tiksindiğimi hissettim. Ne kadar soğuk ve itici gülmüştü öyle? "Sen öyle san. Uçak biletimi aldı bile." dediği şeye karşı gözlerim irileşti. Ne yani daha önceden değilde her şey hallolduktan sonra mı bana anlatıyordu? Aylin, başına buyruk bir kızdı. Ondan tam olarakta bu beklenirdi. "Ama anne-" diyordum ama lafımı kesti. "Onun izni olmasa gidermiyim hiç? Merak etme. Her şey yolunda olacak." Umarım diye geçirdim içimden.
###
Baykan, gelmişti yine. Bende, Aylin ile oturmaktan sıkıldığım için onunla bir restoranta gelmiştim. Restorant diyorum ama çok resmi bir yer değildi. Samimi bir ortamdı. Genelde lise çağında gençler vardı. Şu an oldukça acıkmıştım. Aslında çoğunlukla, Baykan ile beraber olduğumuzda acıkıyordum. "Baykan, kimlerle görüyorum seni böyle?" Tepemizden gelen sesle başımızı aynı anda kaldırdık ve tepemizdeki kişiye baktık. Baykan'ın arkadaşıydı galiba.
"N'aber kardeşim? Cevapta vermiyorsun?" Baykan, gülerek yanını işaret etti ama adam gelip benim yanıma oturdu. Elini uzatırken samimice gülümsedi. "Ben, Gökmen. Sen?" diye sordu bu sefer de. Ne çok soru soruyor yahu! İstemeyerek elimi uzattım. "Ben de, Derya. Tanıştığıma memnun oldum." Adam bir bana bir Baykan'a baktıktan sonra sırıttı ve bana döndü. "Ben de çok memnun oldum." Hala bıyık altından gülüyordu ama hadi bakalım!
###
Şu kadın hep gülümsese ya! Güneş doğsa adama! Aydınlansa etraf! O zaman gerek kalmaz gerçek Güneş'e. Bu kadının gülümsemesi yeter. Kahverengi saçları rüzgarda eserken, adamın yüzüne savrulsa. Kadının gülüşünden öpse... Mutlu etse onu. O mutlu oldukça kendisi mutlu olsa. Sahi bu adam onu gördükçe zaten mutlu oluyordu. Ama kandın da mutlu olsun istiyordu. Abisine baktı. Abisi destek verircesine gülümsüyordu kardeşine. Abisine anlatırdı bazı geceler de, Derya'yı. Bu adamın öyle bir aşkı vardı ki... Onun için, kadın cehennemdeki buz parçası, cennetteki yangındı. Öyle imkansız seviyordu ki... Bu adamın sevgisine layık olmak zordu. Belki mükemmel bir adam değildi ama kadınını çok güzel seviyordu be...
Adam kalbini kadına vermişti, kadınsa başka bir adama. Ama bu adam, kadının kalbini almakta kararlıydı ve alacaktı da.
###
Yeni bölüm aşkına merhaba! Şimdi aslında 3000 kelimelik bölüm planlıyordum ben ama işler istediğim gibi gitmedi kusura bakmayın. Dışarı çıkmam gerekiyor. Ama sorun etmeye gerek yok çünkü yorun Prolog yazacağım. ^_^ Prolog belki Derya belki Baykan hakkında olur bilemem. Bu arada romantikte 302'den 520'ye düşmüşüz görünce çok üzüldüm. Destek olursanız yeniden yukarı çıkabiliriz diye düşünüyorum. Okuyan herkesi yerim ^_^
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ve Bir Kadın
RomanceKadın ağladı. Kadın yalvardı. Kadın yırtınırcasına bağırdı. Ve bir kadın En güzel aksesuarı olan saçlarını kesti. Lanet etti; Ürkek bedeninin kirlenmesine engel olamamasına. Bir kadının en acılı hikayesidir bu. Narin bedeninin arkasında sakladığı ca...