Maraton ne kadar sürerdi bilinmez ama alevlerden oluşmuş kızgın bir koridorda geçen her saniyenin işkenceden farkı yoktu. Sonay ilk fırsat bulduğunda onu bu cehenneme sürükleyen Erce'den intikam almayı aklına not etti.
İkili koşuyor, Alev Kafa ise hemen arkalarından onları takip ediyordu. Bazen öyle yaklaşıyordu ki Sonay yakalanacaklarını düşünüyordu.
Koridorun bitimine ulaşmak üzereydiler fakat yolun devamı görünmüyordu. Son birkaç metre kala onları neyin beklediğini anlamışlardı: Uçurum. Alevden oluşma koridor korkutucu yükseklikte bir uçurumla son buluyordu.
Sonay daha yolun başında tökezlemişken, uçurumdan kurtulacak olsalar bile, görevi nasıl tamamlayabileceklerini düşündü. Baş Melek çıldırmış olmalıydı. Böyle zorlu bir yolu melek ışıkları bile olmadan nasıl geçmesini bekliyordu? En azından ona bu yolda kolaylık sağlayabilecek bazı araç gereçler fena olmazdı. Uçurumdan aşağı düşerlerken Sonay'ın aklından işte bunlar geçiyordu.
Alev Kafa'nın yankılı sesi kulaklarında çınladı. "Kovulmuş..."
Aralarındaki mesafe söylenenleri duymalarını engelliyordu. Üstelik şu anda daha büyük bir sorunları vardı. Aşağısı lav koridorunun aktığı şelalenin dev kazanıydı. Lav gölünün ortasına düşüyorlardı.
İkili onları neyin beklediğini gördüğünde panikledi.
İlk toparlanan Erce oldu. "Sonay, düşün! Buradan bizi ancak sen kurtarabilirsin!"
"Nasıl?"
"Bilmiyorum. Gilmen sana o gücü vermiş olmalı. Ara ve bul... Çabuk! Henüz ölmeye hazır değilim."
Erce bazen gerçekten tam bir ahmak olabiliyordu. O ölmeye hazır değildi de sanki Sonay hazırdı. Neyse, Sonay'ın şimdi aklını onunla meşgul etmek yerine, kurtulmak için neye ihtiyaçları olduğunu bulması gerekiyordu.
Gilmen, "Zihnin yol göstericin olacak," demişti. "Hadi o zaman! Neyi bekliyorsun? Bana yol göster!" diye haykırdı, bilinçsizce.
İkili korkuyla, birbirlerinin elini sıkıca tutmuş, lav gölüne gömülmeye ramak kala, gözlerini sıkıca yummuştu. O sırada büyük bir ışık küresi onları ortasına alıp havada usulca süzülmeye başladı.
Sonay teninin karıncalanmasıyla gözlerini araladı. Atmosferin değişim kokusunu alabiliyordu. Mavi ışık demetleriyle etraflarının kuşatıldığını gördüğünde nutku tutuldu. Şahane bir koruma kalkanı açılmıştı. Heyecandan kalbi deli gibi çarpmaya başladı.
"Bu nasıl oldu?"
Erce de gözlerini açmış, olan biteni izliyordu. Aynı hayranlık dolu bakışlar onda da vardı. Gururla söylendi. "Tebrikler. İçindeki saklı gücü çıkarmayı başardın. Tabii biraz daha erken olsa fena olmazdı. Bu kadar aksiyona gerek yoktu."
Sonay onun alaylı konuşmasını duymazdan geldi. "Bu şaheseri ben mi yaptım yani?"
"Elbette, etrafta bunu yapabilecek senden başka kim var ki?"
"Şaka yapıyorsun. Böyle bir gücüm olduğunu ikimizde bilmiyorduk." Sonay hâlâ yaptığı şeyin şaşkınlığının ve inanılmazlığının çelişkisini yaşıyordu. İçinde yeniden o duygunun kabardığını hissetti: Geçmişini hatırlama arzusu...
Koruma çemberi ikiliyi lav gölünün kenarına bırakıp oluştuğu gibi aniden ortadan kayboldu.
Lav gölünde taşa dönüşmekten son anda kurtulmuşlardı ama ileride onları daha kaç sürprizin beklediğini görmek isteyip istemediklerinden emin değillerdi. Tüm zorlukları aşabilecek kadar güçlü olmadıklarının ikisi de farkındaydı. Şans her zaman yüzünüze gülümsemezdi, değil mi?
Kaya Kanyonu'na doğru lav nehirlerini takip ederek ilerlemeye devam ettiler. Uzun ve engebeli yolun sonu nihayet gelmişti; en azından kanyona kadar olan kısmının...
Kızıllık yer yer yeşillenen gri bir çizgiyle ayrılmış gibiydi. İki bölgenin farklılığı, ayrım noktasında olduklarının şüphesiz göstergesiydi.
Sonay artık karşılarına ne çıkacağını düşünmek istemiyordu. Çıktıkları yolun geri dönüşü olmadığına göre devam etmek zorundaydılar. Baş edecekleri zorlukları düşünerek sürekli tetikte olmanın anlamı yoktu. Sırasıyla görmeleri gereken her şeyi görecek, onlara sunulan her neyse, onu yaşayacaklardı.
Derin bir nefes alıp çizginin diğer tarafına adım attı ve zihnine inen ani darbeyle başını ellerinin arasına alıp kayaların üzerinde acıyla kıvranmaya başladı.
Erce kızın yine kasılmalarla sarsıldığını görünce, çizgiyi geçmekte tereddüt etmesine rağmen, hızla yanına koşup onu sakinleştirmeye çalıştı. Sonay dişlerini sıkmış saçlarını yolarken, onun bu halini görmekten nefret ettiğini düşündü.
Erce, Sonay'ın sert dış görünüşünün aksine aslında çok duygusal bir kız olduğunu biliyordu. Onu sürekli takip ettiği için birçok özel anına şahit olmuş, saklamaya çalıştığı asıl kişiliğini kısa zamanda öğrenmişti.
Erce'ye göre, kızın bu sert tutumu aralarına diğerlerinden farklı bir şekilde katılmasından kaynaklanıyordu. Neden ve nasıl geldiğini bilmediği, ayrıca ait olmadığını hissettiği bir dünyada sürekli istemediği şeyleri yapmak zorunda kalmanın elbette keyifli bir yanı yoktu. Onu anlayabiliyordu. Hatta çoğu zaman ona karşı hayranlık beslediğini rahatlıkla söyleyebilirdi. Tabii ki bunu ona açıkça söyleyecek kadar cesur değildi.
Kız acıyla kıvranırken o neler düşünüyordu? Kendine kızdı. Yere bağdaş kurup Sonay'ın başını dizlerinin üzerine koydu. Saçını okşayıp alnını ovuşturuyordu. Elinden gelen başka bir şey olmadığı için bunun faydalı olmasını umdu.
Masajın etkisi miydi, bilemiyordu ama kız kısa sürede sakinleşmeye başlamıştı. İnlemeleri tamamen kesildikten yaklaşık bir dakika sonra aniden doğrulup Erce'nin yüzüne baktı. Delirmiş gibiydi.
"Kaya Kanyonu'nu geçtiler! Geç kaldık!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Melekler Kampı 1 -FİRAR- (Tamamlandı) KİTAP OLDU (Mantis Kitap)
FantasyMelekler Kampı, dört kitaptan oluşan fantastik bir seridir. 12 yaş ve üzeri için hazırlanmıştır. 1-) FİRAR 2-) YANSI SARNICI 3-) GECE SELİ 4-) AKKOR MEYANI ÖN SÖZ Burası Arakat! Dünya ile cennetin arasında, cennetle cehennemin tam ortasında bir yer...