11. Bölüm

1.2K 194 9
                                    

Perşembe akşamı için restoran oldukça sakindi. Normalde son müşterinin gitmesi saat bir buçuğu bulurken bu gece ilk kez saat on iki civarı tüm restoran boş kalmıştı. Tüm sezondur ilk kez oluyordu bu. Fakat kimsenin bundan şikayet edecek hali yoktu. Herkes o kadar yorgundu ki, bu ekibe çok iyi gelmişti. Özellikle de Ali'ye çok iyi gelmişti. İki gündür Aslı'yla Fethiye ve civarındaki tüm otelleri gezmişlerdi. Her yerle ağustos ve eylül zamanı düğün için konuşmuşlardı. Neredeyse hiçbir yerde hafta sonu için yer yoktu. Bir iki tane yer beğenmişlerdi. Daha doğrusu Aslı çokça yükselmişti. Ali gezdikçe kendisi için mekanın o kadar fark etmediğini fark etmişti.

Aslı bir tane beş yıldızlı kocaman bir otelin havuz başı ve sahil kısmını aşırı beğenmişti. Tüm tanıdık indirimlerine rağmen öyle bir rakam almışlardı ki düğün için, Ali'nin fiyatı ilk duyduğunda kalbi sıkışmıştı resmen. Aslı da fiyatın çok yüksek olduğunun farkındaydı ve Ali'ye o otelden çıktıklarından sonra ilk söylediği şey "Ben babamla konuşurum, o da yardım eder bize! Lütfen lütfen burayı düşünelim aşkım!" olmuştu.

Ali'yse o sıralarda tamamen başka bir şey düşünüyordu. Tüm Çarşamba gününü ve tüm Perşembe gününü bildiği bütün otelleri gezmeye harcarken de hep bunu düşünmüştü.

Acele mi ediyordu?

Bir türlü bu soru aklından çıkmıyordu. Aslı'ya baktığında onunla evlenmek istediğini düşünüyordu. O evlenme teklif ettiği kadından farklı bir kadın değildi. Aynısıydı işte. En başından beri bu motivasyonla hareket etmişti. Ama sanki şimdi kendisi aynı adam değildi.

Hiçbir meditasyon, hiçbir yoga bu derdine çare olmamıştı. Ve bu derdine neyin çare olacağını da bilmiyordu. Kendini kandırmanın çare olmasını umuyordu. Herkes işleri bittikçe bir bir restorandan çıkıp giderken Ali deniz kenarındaki masalardan birinde oturmuş dalgaları dinliyordu. En son şef garson Selim abi de "İyi geceler Ali, sen de çok oyalanma, git dinlen!" diye selam vererek çıkmıştı restorandan. Ali'nin de şu an eve dönesi hiç yoktu.

Ağır hareketlerle yerinden kalkıp restoranın içine doğru ilerledi. Ceketini ve kravatını sırayla çıkartırken bahçe kanadındaki masalardan birinde Merih'in oturduğunu fark etti. Bir sürü kağıda ve bilgisayar ekranına gömülmüş bir şeyler yapıyordu.

"Sen çıkmadın mı?" dedi bahçe kapısından eğilip. Şu da ne saçma soruydu. Çıkmamıştı işte kız. Halbuki ilk gitmesi gerekenlerdendi.

"Yok Ali abi, bu akşam hazır sakin diye bir tane çevirinin başına oturmuştum. Onu hallediyordum. Çıkarım birazdan. Sen niye gitmedin? Çık istersen, ben kapatırım her yeri."

"Yok ben de biraz daha oturacağım. Hatta galiba biraz rakı içeceğim. Sana da koyayım mı?"

Merih'in gözleri şaşkınca irileşti. "Yani... yok..." diye kekeler gibi oldu. "Ben şunu bitireyim diyorum."

"Hazır buradasın, sen burada oturacaksın, ben ön tarafta tek başıma mı rakı içeceğim yani?" dedi Ali. Sonra sessizce güldü. "En son bunu yaptığımızda sen yedi yaşındaydın ve seksek oynuyordun. Bence senin önünde tek başıma içki içeceğim zamanı geçtik."

Merih bu hatırlatma üzerine güldü. "Şu paragrafı bitireyim geliyorum."

"Yardım lazım mı?" dedi Ali. İki saniye sonra kendi kendini düzeltti. "Benim ne haddimeyse. Sen zaten asıl işini yapıyorsun... ben birkaç bir şey hazırlıyorum. Bitirince öne gel."

Merih kafası karman çorman bir halde başını salladı. Kalan paragrafı bu kafayla çok güzel hallederdi. Ali bu aralar çok garipti. Bir günü bir gününü tutmuyordu. Daha Salı akşamı katiyen içki içmeyeceğini belirten adam şimdi rakı içelim diyordu. Vurmayıp öldürmekti bu adeta.

İKİLİ DELİLİKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin