Ali cumartesi sabahı kahvaltıdan sonra iki dirhem bir çekirdek hazırlanmış, tekelin yolunu tutturmuştu. Bu kez gayet de ön kapıdan cesurca girecek, İrfan Bey'le medeni bir şekilde her şeyi konuşacaktı. Bu konuda ne kadar ciddi olduğunu, durumun öncekilerden ne kadar farklı olduğunu, en önemlisi Merih'e nasıl âşık olduğunu anlatacaktı. Bir yolla empati kurmasını da sağlarsa başka bir sorunu kalmayacaktı.
İlk önce İrfan Bey'in kasada olup olmadığını kontrol etti. Onu her zamanki yerinde televizyona bakarken görünce "Hadi bakalım!" diye kendi kendine gaz vererek içeri girdi. Kasaya doğru gelip birkaç adım mesafe bırakarak durdu. İrfan Bey'in gözleri ilk önce Ali'nin yüzündeki yara izlerinde, sonra da sabahın saat onunda giydiği takım elbisede dolaştı. Üstelik hava da otuz üç dereceydi.
"Merhaba İrfan amca," dedi her zamanki kendine güvenen ses tonundan farklı bir sesle. Bilinçsizce kravatını düzeltti. "Nasılsınız?" diye sordu.
"Bildiğin gibiyim," dedi İrfan Bey ciddiyetini koruyarak. "Sen nasılsın?"
"Ben de sanırım bildiğiniz gibiyim," diye mırıldandı Ali. İrfan Bey'e doğru bir adım daha yaklaştı. "Ben seninle konuşmaya gelmiştim. Tahmin ediyorsundur sanırım."
İrfan Bey her ne kadar ciddiyetini korusa da, Ali'nin daha iki hafta önce araba için yaptığı yardımı—ve genel olarak onun iyi bir insan olduğunu—unutmadığı için boştaki tabureyi çekerek "Gel, otur şöyle," dedi. Ali çekingence tabureye yerleşirken "Çay ister misin?" diye sordu İrfan Bey.
Onun bu teklifi Ali'nin motivasyonunu biraz arttırdı. "Olur," dedi konuşmanın daha rahat geçeceğini ümit ederek.
İrfan Bey kahvehanedeki çocuktan iki çay istedikten sonra geri döndü. O da kasadaki yüksek sandalyesine geçerek televizyonu tamamen kıstı. "Anlat bakalım, dinliyorum."
"Olayı en baştan anlatmama gerek yok diye düşünüyorum. Ama mümkün olduğunca kendi tarafımı açıklamak isterim." İrfan Bey'in sessizliği üzerine devam etti. "Senin gibi başta ben de olan biteni bilmiyordum. Galiba tam net olarak anladığımda temmuz ayının başlarıydı. Ondan önceki süreçlerde ben de huzurevine büyük halamı ziyarete gittiğimde Venüs'le rastlaştığımı, akşamları da Merih'le çalıştığımı sandım hep. Büyük halam sayesinde Venüs sandığım Merih'le çok daha fazla zaman geçirme fırsatım olmuştu açıkçası. Büyük halam çok sevmiş Venüs'ü, aman yani Merih'i işte. Anlata anlata bitiremiyordu bana. Bir iki kez beraber aktivitemiz de oldu. Bu süreçlerde ben ilk kez Venüs'le zaman geçirmeye başladığımı sandım. Onu Merih'i tanıdığım gözle tanımıyordum sonuçta. Farklı birini keşfediyorum gibi düşündüm. Hâlbuki belki baştan daha dikkatli baksaydım, zaten tanıdığım Merih olduğunu görecektim. Ama ben farklı birini keşfetmeye ve tanımaya öylesine odaklanmıştım ki, bu kızın gözümün önündeki kız olduğuna ihtimal bile vermedim."
Çayların gelmesiyle Ali'nin sözleri bölündü. Çaylarına şekerlerini atıp karıştırırken Ali tekrar zihnini toplamaya çalıştı. Derin bir nefes alıp devam etti. "Ben arada olan ufak tefek hatalardan anladım. Daha Merih itiraf edemeden durumu çözdüm. Başta ona yaptığı bu kandırmaca için ders niteliğinde bir şeyler de çektirmek istemiştim. Ama sonra yapamadım..." Bakışlarını kaçırarak "Kıyamadım," diye tamamladı sözlerini.
"O çok yoruluyordu İrfan amca. Ve bunu çaktırmamak için daha da bir şevkle çalışıyordu. Neredeyse iki aydır hafta sonları, geceleri doğru dürüst uyumuyor bile. Düşünsene! Sen üzülmüyor musun onun haline?"
İrfan Bey dişlerini sıktı. "Üzülüyorum tabii, Venüs'e cezasını bu yüzden verdim. Ama Merih de kendisi kaşınmış buna."
"Öyle ama, etmiş işte bir saflık. Sonuçlarını düşünmeden hareket etmiş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİLİ DELİLİK
HumorYıllardan 2008, Mayıs ayının sonu Fethiye'de Sımsıcak bir yaz gelmek üzere! Merih ve Venüs ikiz kardeşler, doğma büyüme Fethiyeliler. Büyüdükleri yere aşıklar. Küçük yerin; malum en eski ve en popüler tek yumurta ikizidirler. Bütün Fethiye onları bi...