7 Ocak 1604
Biraz sonra Çerkes prensesi için haremde kına gecesi yapılacaktı. Sofralar kurulmuş, envai çeşit yemekler, şerbetler, tatlılar hazırlanmıştı. Bütün hazırlıklarla Servazad Kalfa bizzat alakadar olmuştu. Öyle ya yıllarca intikam ateşiyle yanmıştı. Şimdi ise kendi kanından biri sultan oluyordu. Bu yüzden oldukça mutlu, oldukça huzurluydu. Nihayet intikamını alıyordu:
-Bir de Allah'ın izniyle valide sultan olursa...dedi içinden. İşte asıl o vakit halası Mahidevran'ın intikamı alınırdı. Bu düşünceyle yüzündeki gülümseme daha da yayıldı.
Mahfiruz neredeyse hazırdı. Üzerinde değerli taşlarla süslenmiş kırmızı renkte bir kaftan vardı. Yanında ablası, dostları ve Servazad Kalfa vardı. Halası nazar duası okuyor, ablası ve dostları ay parçası Mahfiruz'un güzelliğine methiyeler düzüyor ve hazırlanmasına yardım ediyorlardı. Sonunda hazır oldu Çerkes güzeli. Ağır adımlarla çıktı odasından ve valide sultanın dairesine gitti.Valide Sultan Dairesi
Handan Sultan dairesinde kızı ile gelen paşa eşlerini, bey eşlerini karşılıyordu. Karşılama merasimi nihayet son bulmuştu ki açılan çift kanatlı kapıdan gelini Mahfiruz girdi. Handan Sultan zümrüt yeşili gözlerini gelinine çevirdi. Gülümseyerek bakıyordu gelinine. Gelen misafirler ayağa kalkmıştı şimdi. Mahfiruz kayınvalidesinin önünde eğildi. Elini öptü. Daha sonra kendisiyle birlikte gelen ablası, halası, Akile ve Pakize'yle -Mahfiruz'un hizmetine verilmişlerdi- sedire oturdu...
Herkesin gözü su misali güzelliğiyle Mahfiruz'un üzerindeydi. Gelen misafirler arasında güzelliği dedikodu konusu olmuştu. Bir süre eğlenceyi izleyen Çerkes güzeline kına yakmaya geldi sıra. Yüzüne taşlarla süslenmiş kırmızı bir duvak örttüler. Valide Handan Sultan kendi elleriyle kınayı yakmış, Mahfiruz'un avuçlarına altın koymuştu. Sonrasında devam eden eğlence geç saatlere değin sürdü.Taht Odası
Sultan Ahmed paşalarla, beylerle ve Çerkes diyarından gelen kayınbiraderleriyle bir ziyafet sofrasında sohbet ediyordu. Abaza Mehmed Paşa tanıştırmıştı onları. Prens Janhot:
-Sizinle akraba olmak bizim için büyük bir mutluluk, dedi yüzünde samimi bir tebessümle.
Sultan Ahmed de aynı tebessümle karşılık verdi:
-Bende bundan büyük bir mutluluk duyuyorum.
Uzun uzun sohbet ettiler. Paşalar ve beyler bu evliliğin hayırlara vesile olmasını dilediler.Eğlenceler son bulduğunda herkes dairesine çekildi. Mahfiruz oldukça mutluydu. Bu mutlulukla, istikbali için Allah'a dua ederek kapattı gözlerini. Yarın onun için yeni bir hayat, yeni bir dönem başlıyordu. Acaba bu yeni hayatında onu neler bekliyordu?
8 Ocak 1604
Nihayet düğün günü gelmişti. Sabah saatlerinde saray imamı tarafından nikah kıyıldı. Biri Boşnak biri Çerkes iki enderunlu ağa vekil, iki harem ağası da şahit olmuştu. Nikah kıyıldıktan sonra sarayda şenlikler başlamış, ziyafet sofraları kurulmuştu. Herkes gönlünce eğlenmekteydi.
Birkaç gün önce tellallar İstanbul'un dört bir yanına gitmiş ve bu nikahı ahaliye duyurmuştu. Ahali için de At Meydanı'nda şenlikler yapılmakta, ziyafet verilmekteydi. Velhasıl şimdi tüm payitaht Ahmed&Mahfiruz'un evliliğini kutluyordu. Bu kutlamalar akşam saatlerine dek sürdü.Harem
Valide Handan Sultan ve İsmihan Sultan haremdeki eğlenceyi seyrediyorlardı. İsmihan Sultan:
-Safiye Sultan öfkeden deliye dönmüştür şimdi. Malum Kafkasyalıları hiç sevmez, dedi alaylı bir tebessümle.
Handan Sultan gülümsedi:
-Onun kibri o kadar büyük ki kendinden başka hiç kimseyi sevmez, sevemez kızım.
İsmihan Sultan:
-Onu düğüne çağırmayarak iyi yaptınız validem, dedi.
Handan Sultan kayınvalidesini düğüne çağırmamıştı. Zira hem bu güzel günün Safiye Sultan yüzünden zehrolmasını istemiyordu hem de Safiye Sultan'a artık devrinin bittiğini göstermek istiyordu.Eski Saray/Safiye Sultan'ın Dairesi
Safiye Sultan sedirde oturmuş, düşünmeye koyulmuştu. Güzel yüzüne hüzün çökmüş, derin düşünceler zihnini meşgul eder olmuştu. Yanındaki Naciye Hatun'a:
-Görür müsün Naciye? Biz ki Sultan Murad'ın zevcesi, Sultan Mehmed'in validesiyiz. Biz ki valideler validesi Safiye Sultan'ız. Lakin şimdi...
Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti:
-Şimdi benli haseki dahî bize tepeden bakar. O Servazad'ın harem kethüdası olmasına müsade etmeyecektik. Evvela haremi Kafkasyalı kızlarla doldurdu şimdi de yeğenini torunumuza eş eyledi. Şemsiruhsar'ın akrabaları sarayımızı ele geçirdi, alaycı bir gülümseme vardı yüzünde son cümlesini söylerken. Sonra kendinden emin bir ifade ve nefret dolu bir sesle:
-Lakin elbet eski gücümüze kavuşacağız. Ve bize bunu yapanlardan intikamımızı alacağız, dedi.
Safiye Sultan Kafkasyalılardan bilhassa da Çerkeslerden nefret ederdi. Zira kuması Şemsiruhsar bir Çerkes'ti. Şemsiruhsar Sultan da Servazad Kalfa'nın akrabasıydı. Hem Sultan Murad tarafından hem de üvey oğlu Sultan Mehmed tarafından çok sevilir, el üstünde tutulurdu. Kızı Fahriye Sultan'ı ziyarete gittiğinden bir süredir payitahtta değildi. Esasen Servazad Kalfa mevkisini biraz da ona borçluydu...
Bu evlilik eski sarayda yalnız Safiye Sultan'ın değil Halime Sultan'ın da canını sıkmıştı. Oğlu Mustafa için vereceği savaşta şimdi öz yeğeni Hansuret Bikeç de düşmanı olmuştu. Kader şimdi de kendi kanından, canından birisini çıkarmıştı karşısına. Bu vaziyet onu düşündürse de oğlu uğruna ne yeğenine acırdı ne başkasına.Harem
Akşam olmuştu ki Mahfiruz, Valide Handan Sultan ve İsmihan Sultan ile birlikte dans eden kızları izliyordu. Mahfiruz'un üzerinde incilerle, elmaslarla ve envai çeşit değerli taşla süslenmiş kırmızı bir kaftan vardı. Saatler süren eğlencenin ardından nihayet vakit geldi. Mahfiruz has odaya, Ahmed'in yanına gitmek için ayaklandı. Onunla birlikte hem misafirler hem de Handan Sultan ve kızı ayağa kalktı. Handan Sultan:
-Bu evlilik hem sana hem aslanıma hayırlar getirsin, dedi gülümseyerek. Mahfiruz:
-Amin validem, dedi tebessümle.
Etraftaki herkesin amin demesiyle haremde kısa bir uğultu oldu.
İsmihan Sultan:
-Dilerim birlikte her daim mesut olursunuz, dedi.
Mahfiruz gülümseyerek:
-Sağ olun sultanım, dedikten sonra hazırlanmak için kendisine verilen daireye geçti. Yanında halası, ablası, Akile ve Pakize de vardı...
Firuze renkli, ipek kumaştan, üzeri değerli taşlarla süslenmiş, göz kamaştıran bir kıyafet giydi Çerkes prensesi. Halası Servazad, firuze rengi gözlerini belli etsin diye bu kıyafeti hazırlatmıştı. Beline kadar inen kumral saçlarına incilerle süslenmiş bir taç ve başına bir duvak taktılar. Artık hazırdı Mahfiruz. Sonra nasıl göründüğünü sordu etrafındakilere. Fatma Şahincan:
-Çok güzel oldun kardeşim.
Servazad Hala onu onayladı. Gerçekten de Çerkes prensesi güzelliğiyle güneş gibi göz kamaştırıcıydı. Bunu Akile dile getirdi gülümseyerek:
-Güneş görse kıskanır güzelliğini.
Hep birlikte gülüştüler. Mahfiruz'un başına taktıkları duvağı örttü Servazad.
En nihayetinde Mahfiruz has odaya doğru gitmeye başladı. Her adımında etrafındaki ağalar, kalfalar nasihat ediyorlardı. Nihayet has odanın önüne vardılar. Servazad Kalfa:
-Söylediklerimizi aklından zinhar çıkarma, dedi son kez.
Mahfiruz oldukça heyecanlıydı. Kalbi göğsünde öyle hızlı çarpıyordu ki göğsünden çıkacak sandı bi an. Halasını başıyla onayladı.
Kapının diğer tarafında tıpkı Mahfiruz gibi heyecanlı olan biri vardı: Ahmed. Gördüğü an meftun olduğu o firuze gözler hala aklındaydı. Saatlerdir has odayı hazırlayan görevliler henüz çıkmıştı ki kapı çaldı.
-Gel, dedi Ahmed gür bir sesle konuşmaya çalışarak.
Derin bir nefes aldı Mahfiruz. Çift kanatlı, büyük kapı açıldı ve o kapıdan içeriye girdi.
Ahmed içerdeydi. Sırtı dönüktü. Kendisine tembih edilenler arasında başını eğmesi ve Ahmed söyleyene dek yerden bakışlarını kaldırmaması vardı. Öyle de yaptı Çerkes güzeli.
Ahmed heyecanını bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldı ve arkasını döndü. Ordaydı bir bakışta sevdalandığı güzel. Bakışlarını yere sabitlemişti. Mahfiruz'a yaklaştı Ahmed. Eliyle çenesinden tuttu ve başını kaldırdı. Sonra firuze gözlerle arasındaki örtüyü, duvağı da kaldırdı. Gözleri birbirlerine kenetlenmişti şimdi. Mahfiruz bozdu sessizliği:
-Ahmed... sustu sonra. Ahmed:
-Mahfiruz... Validem vermiş sana bu ismi, dedi manalı bir gülümseme eşliğinle.
Mahfiruz bu cümleyi anlamlandıramamış gibi bakınca sözlerine devam etti Ahmed:
-Parlak ay demektir Mahfiruz. Senin güzelliğinse ayı, güneşi dahî kıskandırır.
Bu sözler Mahfiruz'u mutlu etmişti. Yüzüne bir gülümseme yayıldı. Karşılaştıkları günden beri sevdiği adamın kendisine gönül verdiğini anlamıştı.
Ahmed de Mahfiruz'un yüzüne yayılan gülümsemeden anlamıştı Çerkes kızının yüreğinden geçeni. Elbet bir gün ağzından da duyardı. Daha sonra dudaklarını öptü Mahfiruz'un...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Labe Nehri'nin Işığı: Mahfiruz
Historical FictionBen Hansuret-Bikeç. 1590 senesinin sonbaharında Prens Alkas Çerkassky ve Prenses Feride'nin kızı olarak dünyaya gelen, Çerkeslerin güzelliği dillere destan prensesi Hansuret... Ben Hatice. 1601 yılında Çerkesya'dan Osmanlı'ya gönderilen, saray kethü...