1590/Çerkesya
Bir sonbahar günüydü. Çerkesya topraklarına yağmur çiseliyor, yağmur damlaları Labe Nehri'nin serin sularına karışıyordu. Bu yağmurlu günde sarayda tatlı bir telaş yaşanmaktaydı. Kapı çaldı. Prens Alkas Mirza:
-Gel.
İçeriye giren Belkıs Hatun'du. Alkas Mirza'nın güzeller güzeli eşi Prenses Feride'nin kadim dostu, sırdaşı...
Belkıs Hatun mutlulukla Alkas'ın beklediği haberi verdi:
-Bir kızınız oldu prensim. Çok şükür Prenses Feride de bebekte iyi.
Bu haber Alkas Mirza'nın yüzünü aydınlattı ve hızlı adımlarla odadan çıkıp karısının odasına gitti.
Feride kucağındaki bebeğine gülümseyerek bakıyordu. Öyle güzel ve sevimliydi ki:
-Benim güzel meleğim, ailemize hoş geldin. Dilerim Allah'tan bahtın da güzel yüzün gibi aydınlık olsun, dedi ve bebeğini öptü.
O sırada Alkas Mirza odaya girdi. Önce eşini öptü sonra da bebeğini kucağına aldı. Öpüp kokladıktan sonra:
-Adı Hansuret Bikeç olsun, dedi.
Bu küçük prensesin adını Hansuret Bikeç koydular. Prens Alkas ve Prenses Feride'nin inci tanesi, kıymetlisi, küçük kızı, Çerkesya Sarayı'nın gözbebeği, Çerkeslerin güzelliği dillere destan prensesi Hansuret Bikeç...1601/Çerkesya
Bir bahar sabahıydı. Her zaman olduğu gibi hava oldukça sıcaktı. Kafkasya'nın yüksek ve görkemli dağlarında eşsiz çiçekler açmıştı. Sıcağa karşın esen rüzgar nadide çiçeklerin kokusunu etrafa yayıyordu.
Penceresinden sızan güneşle gözlerini açtı Hansuret. Beline kadar inen kumral saçları, mavi-yeşil gözleri ve bembeyaz teni ile henüz 11 yaşında olan genç prenses herkesi büyülüyordu. Görenleri kendine hayran bırakıyordu...
Çerkesya Sarayı ise oldukça hareketliydi bu sabah. Sarayın koridorlarında hizmetliler koşuşturuyordu. Hansuret Bikeç de fark etmişti bütün saraya tesir etmiş bu telaşı. Sesleri duyan prenses üstünü değiştirip odasından çıktı. Ablası Şahincan ve abileri Janhot ve Ali'nin yanına gitti. Prens Janhot Mirza 15, Prens Ali Mirza 14, Prenses Şahincan 12 yaşındaydı.
Hansuret her zamanki neşesiyle:
-Günaydın, dedi. Şahincan:
-Günaydın Hansuret, diye karşılık verdi. Güleryüzlü, sıcakkanlı ve oldukça zeki biriydi ablası. Siyah saçları, iri yeşil gözleri ile insanları büyülerdi. Aralarında annelerine en çok o benzerdi. Hem huyları hem görünüşüyle adeta annelerinin kopyası gibiydi.
Hansuret:
-Saray neden bu kadar hareketli? diye sordu. Janhot cevapladı sorusunu:
-Osmanlı Sarayı'ndan bir elçi gelmiş. Sarayın başhaznedarı büyükhalamız tarafından gönderilmiş. Babamın yanında şimdi.
Janhot yaşça hepsinden büyüktü. Yakında Rus Çarı'nın kızıyla evlenecekti. Babalarından sonra bu toprakları o yönetecekti şüphesiz.
Diğer abisi Ali, Janhot'un aksine eğlenmeyi severdi. Onun gibi ciddi ve sert tabiatlı değildi.
Dört kardeş birbirlerine her daim kıymet verir ve birbirlerini çok severlerdi.
O sırada bulundukları odaya biri girdi. İçeriye giren nedime Alkas Mirza'nın kızlarını çağırdığını söyledi. Hansuret şaşırmıştı:
-Ne oldu acaba? dedi merakla.
Aslında Janhot'un bir tahmini vardı. Gelen elçi ve sonrasında kardeşlerinin çağrılması... Sevgili kardeşleri Osmanlı Sarayı'na gönderileceklerdi... Ama bunu kardeşlerini söylemedi ve sessizce onların gidişini izledi.Alkas Mirza'nın Odası
Alkas Mirza odanın içinde volta atıyordu. Sevgili eşi Feride içeriye girdi. Kocasının gergin halini gören Feride Hatun endişeliydi:
-Ne oldu? Nedir bu halin? diye sordu.
Alkas Mirza olanları eşine anlattı. Olanları öğrenen Feride:
-Sen ne düşünüyorsun peki? Onları Osmanlı'ya gönderecek misin Alkas? Alkas Mirza kararını çoktan vermişti:
-Evet, bu hem onlar için hem de bizim için büyük bir talih.
Bu sözler eşini ikna etmeye yetmemişti. Bir anne nasıl olur da kızlarını o saraya göndermeyi kabul edebilirdi ki? Feride Hatun da kabul edemezdi:
-Emin misin?
Derin bir nefes alıp devam etti sözlerine:
-O saray kime iyilik, güzellik getirmiş ki bizim kızlarımıza getirsin. Ya o kanlı sarayda başlarına bir iş gelirse Alkas?
Zümrüt yeşili gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü.
Alkas Mirza da biliyordu o sarayda olmanın tehlikelerini. Ama kızları asla yalnız olmayacaktı. Bu içini rahatlatıyordu. Servazad Kalfa'nın planı hem kızları hem prensliğin selameti için bulunmaz bir fırsattı:
-Orada yalnız olmayacaklar, dedi ikna etmeye ve olmaya çalışarak. -Akrabalarımız onları her daim koruyup kollayacaktır. Endişe etme, diye de ekledi.
Feride Hatun kızlarından ayrılma düşüncesinin verdiği hüzünle mahzunlaştı. Ne kadar uğraşsa da ikna edemedi eşini. Lakin sarayda akrabaları olduğu doğruydu. Ayrıca ablası da saraydaydı. Ablası Halime Sultan padişah 3.Mehmed'in hasekisiydi. Elbet yeğenlerini korur, kollardı.
Alkas Mirza'yı ikna edemediğinden kabullenmekten başka çaresi kalmamıştı Feride'nin. Dua etti içinden. Allah kızlarını musibetlerden korusun diye dua etti.
O sırada Şahincan ve Hansuret içeriye girdi. Şahincan:
-Bizi çağırmışsınız, dedi merakla.
Alkas Mirza direkt konuya girdi:
-Osmanlı'dan bir elçi geldi. Kethüda halamız Servazad tarafından gönderilmiş. Sizi saraya çağırıyor. Hansuret:
-Neden peki? dedi merakla.
Prenses Feride yanıtladı soruyu. Üzüntüsünü belli etmemeye çalışıyordu:
-Sarayda eğitim görmeniz için. Sonrasında Osmanlı'da yüksek mevkiilerdeki kişilerle evleneceksiniz.
Şahincan:
-Yani sizden ayrılacağız. Öyle mi?
Feride üzüntüyle:
-Evet ama eninde sonunda yaşanacaktı bu ayrılık. Hem sık sık mektup göndeririz birbirimize, dedi böyle olmasını dileyerek.
Feride onaylamasını istercesine eşine baktı. Alkas Mirza yutkundu ve:
-Elbette. Her daim haberleşiriz.
Sonra Hansuret'e baktı. Gözleri dolmuş, güzel gözlerinden yaşlar süzülmüştü.
Alkas Mirza sözlerine devam etti:
-Hem sarayda yalnız olmayacaksınız. Teyzeniz Halime Sultan ve büyükhalanız Servazad Kalfa her daim yanınızda olacak. Onlar sizi koruyup kollayacaktır. Endişeniz olmasın.
Hansuret her zamanki dikbaşlılığıyla ve gözlerinden akan yaşlara aldırış etmeden sesini yükseltti:
-Ne fark eder ki? Siz olmadıktan sonra yanımızda kimin olduğunun ne önemi var?
Alkas Mirza sakin bir ses tonuyla:
-Hansuret, yapma böyle. Zaten bu ayrılık yaşanacaktı. Zaten bir gün evlenecektiniz. Hem sizin istikbaliniz hem topraklarımızın selameti için Osmanlı'ya gitmeniz en doğrusu, dedi.
Feride Hatun'un da gözleri doluydu:
-Ayrıca iki ay sonra sizi Osmanlı Sarayı'na götürmek için bir kadırga gelecek, dedi sesi titreyerek.
Konuşmaları en başından beri dinleyip tepki vermeyen Şahincan:
-Madem siz öyle istiyorsunuz biz de gideriz o halde, dedi ve gözlerinden süzülen yaşlara aldırmadan odadan dışarı çıktı.
Hansuret de daha fazla konuşmak istemiyordu. Bu yüzden ablasının peşinden gitti.
Feride onları durdurmak için bir adım attıysa da Alkas tarafından durduruldu.
Alkas Mirza:
-Henüz bizden ayrılacakları için üzgünler. Biraz zaman geçince bu düşünceye alışacaklar elbet.
Feride Hatun:
-Umarım Alkas, umarım hem onlar hem de biz alışabiliriz, dedi.2 Ay Sonra
Osmanlı'dan gelecek olan kadırga Taman Yarımadası'na ulaşmıştı. Hazırlıklar neredeyse tamamlanmış, birkaç gün sonra yolculuk başlayacaktı. Hansuret ve Şahincan da durumu kabullenmişlerdi. Sadece ailelerinden ve memleketlerinden ayrılmak üzüyordu onları.Hansuret küçük eşyalarını topluyordu. Hizmetlilere dokundurmamış, kendisi toplamak istemişti. Annesi Prenses Feride içeriye girdi:
-Hansuret kendin mi topluyorsun eşyalarını?
Hansuret:
-Evet anne, kendim yapmak istedim. Feride kızının huzursuzluğunu fark etmişti:
-Kızım ne bu halin?
Hansuret:
-Ya birbirimizden hiç haber alamazsak?
Feride Hatun sedire oturdu. Kızına gülümseyerek yanına oturmasını söyledi. Hansuret de annesinin yanına oturdu. Feride eliyle kızının uzun, kumral saçlarını okşadı:
-Bu endişen yersiz kızım. Sana söyledim. Biz hep haberleşeceğiz. Söz veriyorum sana. Hem ben sizden haber almadan nasıl yaşarım? dedi.
O sırada Şahincan odaya girdi:
-Ben eşyalarımı topladım anne.
Feride derin bir nefes aldı:
-Otur bitanem. Konuşalım biraz.
Şahincan kardeşinin yanına oturdu. İkisi de annelerine odaklandılar. Feride:
-Her daim birbirinizin yanında olun. Birbirinize destek olun. Büyükhalanız Servazad Kalfa'yı üzmeyin ve onun sözünden çıkmayın. Söylediklerimi sakın unutmayın olur mu?
İkisi de söz verdiler unutmayacaklarına. Hep birlikte olacaklar ve halalarının sözünden çıkmayacaklardı. Feride Hatun sımsıkı sarıldı kızlarına.İki Gün Sonra
Yolculuk vakti gelmişti. Şahincan ve Hansuret için veda vaktiydi. Alkas Mirza:
-Sizi güzel bir istikbalin beklediğine inanıyorum. Benim güzel kızlarım orada yalnız olmadığınızı unutmayın, dedi ve kızlarına sarıldı.
Feride Hatun da gözyaşları içinde sarıldı kızlarına:
-Önce Allah'a, sonra halanız ve teyzenize en sonda birbirinize emanetsiniz meleklerim,dedi.
Janhot Mirza:
-Her şey gönlünüzce olsun, diyerek kardeşlerine sarıldı.
Ali Mirza:
-Kim bilir belki sarayda sultan olursunuz, dedi gülerek.
Alkas Mirza gülümseyerek:
-Kim bilir belki de... dedi.
Gelen kadırgaya binmeden önce son kez doğduğu topraklara baktı Hansuret. Derin bir nefes aldı. Çok özleyeceğim bu toprakları dedi içinden. Kim bilir bir daha ne zaman Kafkas rüzgarı saçlarına değecek, içine dolacaktı? Her mevsim yağan yağmurun ardından etrafa yayılan mis kokuyu bir daha içine çekebilecek miydi? Labe Nehri'nin buz gibi suyunu bir daha içebilecek miydi? Kafkasya'nın nadir çiçeklerini bir daha ne zaman koklayacaktı? Bütün ihtişamıyla uzanan Kafkas Dağları'nı bir daha görebilecek miydi?Bütün bu düşüncelerden sıyrılıp ablasıyla birlikte kadırgaya bindi. Yeni hayatına doğru yola çıktı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Labe Nehri'nin Işığı: Mahfiruz
Ficción históricaBen Hansuret-Bikeç. 1590 senesinin sonbaharında Prens Alkas Çerkassky ve Prenses Feride'nin kızı olarak dünyaya gelen, Çerkeslerin güzelliği dillere destan prensesi Hansuret... Ben Hatice. 1601 yılında Çerkesya'dan Osmanlı'ya gönderilen, saray kethü...