Aynadaki aksime baktım. Açık kahve tonundaki uzun saçlarımı tepemde sıkı bir şekilde at kuyruğu yapmış, ucunu da örmüştüm. Topuz yapıp yapmamak arasında bir ikilemdeyken kırmızı rujumu elime aldım ve kırmızı kalemle geçtiğim yerlerin içini doldurmaya başladım. Rujla işim bittikten sonra göz altı kapatıcısını, maskarayı ve aydınlatıcıyı gerekli yerlere sürdüm. çok abartı değil ama göz alıcı gözüküyordum. kalın topuklu ayakkabılarımı da ayağıma geçirip kendime tekrar baktım. İnce topuk tercih etmeliydim belki ama düşmekten korkuyordum. Daha zarif olacağıma düşmemem daha zarifçeydi kendime güvenemiyordum alışkın değildim sonuçta.
Poyraz, o ise masanın başında bir şeyler yapıyordu ama yandan yandan bana baktığı belliydi, her ne kadar belli etmemeye çalışsa da.
Elbisemi de giymeye başladım. Lacivert saten askılı oldukça mini bir elbiseydi. "Ben hazırım..."
"Tamam." Dedi. En umarsız tavrıyla.
"Neye hazırsın acaba..." da dedi fısıltıyı andıran sesiyle.
"Anlamadım..." dedim.
"Yok bir şey." Topuklularımın tak tak sesi beni bile rahatsız etmişti.
"Aşağıya iniyorum o zaman." Dedim.
Onun üstünde beyaz bir tişört altında da bir kot pantolon vardı. Spor ayakkabılarını giydi ve "buyrun, hanımlar önden." Dedi kapıyı açıp koluyla işaret ederek.
"Çok naziksin." Dedim alaylı ses tonumla.
"Her zaman." Gözünü kırpmayı da ihmal etmedi.
Asansörü çağırdım ve beklemeye başladık. Poyraz'ın gözleri evdekinin aksine gözlerini kaçırma zahmetine girmeden beni süzüyordu. Süzmek değildi bu. Eğer evde olsaydık bu işin sonu yatakta biterdi.
Sonra bir tık sesi duydum. Açılan kapıya doğru bir adım attım. Karşıma çıkan aynadan, Poyraz'ın yerinden bir milim oynamadığını görüyordum. Gözleri bacaklarımda, göğüslerimde, kalçalarımaydı. Benim gördüğüm kendini sıkan, tam şu an vazgeçtim desem; 'Tamam hadi, evimize girelim mısır da patlatırım sana' diyecek bir adamdı.
"Ee gelmiyor musun?" Dedim hafif yüksek çıkan sesimden.
Olduğu yerde irkilir gibi oldu utanmasam kahkahalarla gülecektim.
Bir çocuk gibi omuz silkti. "Gelmek istemiyorum." Dedi dürüst bir tavırla.
"Ne? Vaz mı geçtin."
Lütfen lütfen lütfen seni kıskanıyorum desin bana.
"Hayır." Dedi. Düşüncelerimin aksini söylemek ister gibi sesi bir bıçağın sivri tarafı kadar keskindi.
Bir adımı da o attı. Bir adım daha attı ve üstüme doğru eğildi. Boynunu da biraz eğmek zorundaydı benim boyuma denk düşebilmek için.
Bir tutam saçımı alıp oynamaya başladı. Gözlerime bakmıyordu sadece saçımla ilgileniyordu. Alo? Asansörün düğmesine basacak mıydı?
Daha sonra o saçı nazik bir şekilde kulağımın arkasına attı. Nihayet gözlerimizi buluşturdu. "Çok güzel olmuşsun." Dedi en masumane tavrıyla fakat içinde bir yerlerde saklamaya çalıştığı bir arzu yatıyordu.
"T-teşekkür ede-..." Cümlemi bitiremeden en az parmakları kadar nazik olan dudakları dudaklarımla mühürlendi. Çok sakin öpmeye başlamıştı. Bir eliyle kalçamı okşuyor diğer eliyle asansörün düğmesine basmaya çalışıyordu.
Ona bir iyilik edip bacağımla düğmeye bastım. Hangi düğmeye bastığımı bilmiyordum sadece bastım.
Hafifçe kıkırdayıp diğer elini nihayet dermişçesine kalçama doğru uzattı ve okşamaya başladı. Ben ise ona karşılık veriyordum.
Belinden tutup kendime bastırdım ve hafifçe dudaklarını ısırdım.
Altı dudağımı emmeye başlamıştı ama sadece kendisi öpüyordu beni. Benden hiçbir karşılık beklemiyor gibiydi.
Bunun bana bir veda olduğunu nereden bilebilirdim, öyle değil mi Poyraz?
Küçük bir inilti döküldü dudaklarımdan. Daha sonra bacağıma bir şeyin dokunduğunu hissettim.
Hareketlenen uzvu yaramaz bir çocuk gibiydi.
Dudakları hâlâ dudaklarıma temas edip başı alnıma düşerken. "Acıyor." Dedi.
En başta anlamayıp "hı?" Dedim.
"Seni hissedememenin ateşiyle acıyor." Dedi tekrar.
Yüzümü biraz çevirdim, hangi düğmeye bastığımı anlamak içindi bu çabam fakat Poyraz, olayı istediği gibi anlayan çocuklar gibi başımın sağa doğru kaymasıyla dudaklarını boynuma gömdü.
O an anladım. Asansörü durdurmuştum bak Allahın işine!
Benden bir ses çıkmayınca kendini bana biraz daha yaklaştırdı. "Canım acıyor." Dedi.
Fakat bu sefer neye dediğini anlamamıştım, önceki gibi açıklama zahmetine girmeden fermuarını çekti ve rahatlamak isteyen uzvunu sıkışmış yerden çıkardı.
"Alacağım ateşini." Dedim yatak odası sesiyle.
"Al." Dedi ricadan çok emir tonuyla.
Onu hafifçe ittirmek istemiştim ama o bunu kabul etmezcesine mızırdandı.
"İçine al."
"Ama olmaz ki böyle. Elbisem çok rahatsız."
Bir eliyle saçlarımı okşarken diğeriyle elbisemi yukarı doğru çekiştirdi.
Maharetli eli iç çamaşırımı çıkartmadan yana kaydırdı ve çoktan ıslanmış kadınlığımda gezindi.
Beni öpmüyordu ama sanki dudaklarımız istemsizce öpüşüyordu.
"Sıcak." Dedi yaz gününde on bin adım atıp sussuzluktan ölüyormuş edasıyla.
"Sıcak..." dedim onu onaylayan sesimle.
"Yanıyorum..." dedi.
"Yanalım." Dedim.
Dudaklarına bu sefer ben yapıştım. Hemen de geri çektim ve elime tükürüp dokunulmayı bekleyen erkekliğine dokundum.
"Ah!" Kendinden beklenmeyecek kadar çok çıkmıştı sesi.
İçime davet ettim, kabul etti ve biz çığlık çığlığa bir bütün olduk.
Bu istek ve arzu son kez vardı gözlerinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hüznün Fahişesi (+18)
Romance"İki insanın hâlâ birbirini sevip sevmediğini nereden anlarsın biliyor musun?" Ciddi ses tonum, öpmelere doyamadığım ve belki de asla doymak bilmeyeceğim o güzel dudağının sağ tarafını, aheste aheste sağa doğru kaydırmıştı. Sol gözünü "Neymiş?" Derc...