Selam askimlar öncelikle şöyle bir not bırakıyorum buraya:
BU BÖLÜM ÇOK OLAYLI!
Yani aşırı diyemem ama kitabın tüm ana hatlarının kelimelerin arasına gizlediğim şifrelerde olduğunu söyleyebilirim. Dikkatli okursanız kitabın finalini bile tahmin edebilirsiniz.
Neyse, iyi okumalar dilerim.
Ve lütfen YORUM YAPIN.
Öpücükler 😽
⏳
Ama kalp ya bu işte;
kırılsa da, parçalansa da, mahvolsa da inanmak istiyordu.
Tanrı ben doğmadan önce ne olmak istiyorsun diye sorsaydı şayet, hiç şüphesiz ki şeytan derdim. Küçüklüğümden beri emindim çünkü kalbimin simsiyah olduğuna. Hep emindim gri gözlerimin ölüm olduğuna. Ve hep emindim, şeytan diye bir şey olmasaydı bile şeytan olacağıma.
İyi biri değildim. İyilik yapmayı sadece kendi çıkarlarım için kabul ederdim. Bir gün beni kurtaracağına emin olmadığım birini yaşatmak için çaba göstermezdim.
Kötü biri olup olmadığımı bilmiyordum. Evet, iyi değildim ama kimseye kasıtlı olarak kötülük yapmamıştım. Her zaman kafamın içinde tilkiler dolaşırdı ama düşüncelerimi hiç eyleme dökmemiştim.
Bu beni kötü biri yapmaya yeter miydi?
Bilmiyordum.
Ben bilmiyordum ama benim dışımda herkes çok iyi biliyordu. Alibel&Moob'ta, müdürün odasındaki siyah deri koltuklarda oturuyordum. Burası "kötü" karistalarla doluydu ve Ruh gücümü kullandığımdan beri bana da kötü birisi olduğum söyleniyordu. Bunu söyleyenler gülümsüyordu, iltifat ettiklerini sanıyorlardı. Bense anlamlandırmaya çalışıyordum.
Ve başarılı olamıyordum.
Ruh gücü bir başkasının ruhunu alıp olmayan birine vermek demekti. Bu gücü kullanmak Tanrı'ya kafa tutmak demekti. Ve biri Tanrı'ya kafa tuttuğunda Şeytan onun kulağına fısıldardı. Ne denir bilinmezdi ama şeytan kimin kulağına fısıldarsa kendisi ölür ve fısıldadığı kişi şeytan olurdu.
Şeytan benim kulağıma hiç fısıldamamıştı.
"Aphrodite?"
Gözlerimi daldığı kapıdan çekip Ares'in meraklı yüz ifadesine çevirdim.
"Neden ben," dedim kalan son enerjimle sessizce mırıldanarak. "Neden benim başıma geliyor bu? Neden Tanrı onlarca ruh varken bir Karista olması için benim ruhumu seçti hayat verirken?"
Bana cevap vermedi. Gözlerini ya da bakışlarını kaçırmamıştı ama aklını kaçırmış gibiydi benden. Bana bakıyordu ama beni görmüyordu. Kafasının içinde yolculuğa çıkmıştı belki de. Sorduğum şeyi düşünüyor olabilirdi. Cevap vermesini beklemedim.
Odanın kapısı açıldığında içeriye Febris girmişti. Arkasından da oldukça uzun boylu olan, otuzlu yaşlarda yakışıklı bir adam girmişti. Şık giyimliydi. Üzerinden siyah bir keten gömlek ve pantolon, boynuna bağlı ipten sırtına doğru sarkan pelerini vardı. Tahmin ettiğim kadarıyla Alibel&Moob'un müdürüydü bu adam. Bana bakmadı masasına gidene kadar. Deri koltuğuna oturduğunda eline büyük masasının sağ tarafında duran parşömenlerden aldı. Önüne bırakıp tüy kalemini mürekkebe batırdı ve bir şeyler yazmaya başladı. Ne yazdığını okumaya çalıştım ama anlayamadığım bir dilde yazıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bölünmüş Evren Teorisi
FantasyBir toprak filizleniyorsa önceki kuruduğu içindir. Bir hava fırtınalıysa önceki güneşli olduğu içindir. Bir su hızlı akıyorsa önceki durgun olduğu içindir. Bir ateş yanıyorsa önceki söndürüldüğü içindir. Bir ruh yeniden doğuyorsa önceki öldürüldüğü...