Bölüm 4: Ma Hwi Young'un Pişmanlığı

5 0 0
                                    



Ma Hwi Young'dan:

Buraya nasıl geldiğimi bilmiyordum gerçekten. Duyduklarım beni öyle sersemletmişti ki hastanenin yolunu bulabilmiş olmam bile şaşırtıcıydı. Hastanenin önünde Soo Bin ve Oh Je ile karşılaştığımda ikisinin yüzünde de endişeli bir ifade vardı. Arkadaşları için endişelenen insanların yüzündeki o tanıdık ifade. Ben bu ifadeyi bilmem aslında. Benim için birinin yüzünde bu ifadeyi görmedim hiç. Benim için endişelenen bir arkadaşa sahip olmadım. Ama şimdi onlar tam karşımda Jun Woo için endişeliydiler. Ben de endişeliydim tabi. Ama benim endişemin sebebi bambaşkaydı. Berbat bir şeye neden olmuş olabileceğimi düşünmenin verdiği o endişe bambaşkaydı. Üçümüz de konuşmadan acil kapısından içeri girdik ve biraz ileride Jun Woo 'yu başı elleri arasında, berbat bir halde bulduk. Başka bir köşedeydik. Yanına gidip gitmemek konusunda kararsızdı herkes. Berbat görünüyordu. Çok sevdiği birini kaybetme ihtimalinin verdiği korku olmalıydı bu. Ben bu korkuyu da bilmem. Sevdiğim birini kaybetmedim hiç. Kaybetmenin kıyısına dahi gelmedim. Şimdi ona bakarken 'Demek böyle bir şeymiş.' diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. O sırada bizi gören Bay Oh yazımıza geldi.

—Burada olmanıza sevindim çocuklar. Jun Woo'nun yanına gidin isterseniz.

Soo Bin önden ilerledi. Oh Je de onu takip etmek için hareketlendi ama benim yerimden kıpırdamadığımı görünce bana döndü.

—Gelmeyecek misin?
—Aramız pek iyi değil. Ben burada beklesem daha iyi.

Önce bir şey demedi. Hareket de etmedi. Ama sonra yüzündeki düşünceli ifadenin nedeni dudaklarından döküldü.

—O zaman neden buradasın? Yanında olmayacaksan eve gitmen daha iyi olur bence. Burada beklemene gerek yok.

Oh Je... Söyledikleri sadece işimi zorlaştırıyordu. Buradaydım çünkü öğrenmem gerekti. Her şeyin daha ne kadar kötüleşebileceğini ve bu çamurun ne kadarının üzerime sıçrama ihtimali olduğunu öğrenmem gerekti. Ve Oh Je hiç de yardımcı olmuyordu.

—Haklısın. Geçmiş olsun desem iyi olur.

Birlikte Jun Woo'nun yanına ilerledik. Soo Binle bir şeyler konuşuyorlardı. Biz gelince sustular. Önce Oh Je konuşmaya başladı. Zaten  yakın arkadaşlardı. Ondan önce lafa girmem doğru olmazdı. Bir de ne diyeceğimi bilmiyordum. Beynin uyuşmuştu. En kötü ihtimalleri gözden geçiriyordum. Bu ihtimaller zihnimi allak bullak ediyordu. Ben bunları düşünürken bir sessizlik oldu. Kafamı yerden kaldırdığımda hepsinin bana baktığını gördüm. Ah, sanırım benim sıramdı. Birkaç iyi şey söylemem gerekiyordu.

—Jun Woo, geçmiş olsun. Umarım arkadaşın kısa sürede toparlar.

Daha önce birine bir şey söylerken bu kadar içten olmuş muydum acaba? Etrafımda olan biten hiçbir şey umurumda olmazdı. Başkalarının acılarından bana neydi ki? Ama bu olayda Tanrı'ya yalvarmak zorunda olduğumu biliyordum. Çünkü içeride yatan çocuk ayağa kalkmazsa toparlama ihtimalim yoktu. Yüzümdeki ifade sabitti. Ama içimdeki fırtına bir o kadar yıkıcı ve keskindi. Keşke geleceği görmek için tek bir şansım olsaydı da bu olayın nasıl neticeleneceğine bakabilseydim. Olacaklara hazırlıklı olsaydım.

Sessizce dikilmeye devam ederken bir çocuk girdi içeri. Tarzına bakılırsa belalı bir tipti. Jun Woo'ya yaklaştı. Bir şeyler söylemek istediği belliydi. Jun Woo'nunsa gözlerindeki öfke belirgindi. Çıkıştı çocuğa.

—Ne işin var burada? Ne yüzle geldin ki? Neden olduğun şeye bakmaya mı geldin?
—Sadece sana söylemem gerekenler var. Bilmen gereken birkaç şey.

Şu kadarcık konuşma bile içimdeki fırtınanın yeniden kabarmasına sebep oldu. Anladım. Gi Tae'nin Jun Woo'yu tartaklaması için tuttuğu çocuklardan biri olmalıydı bu. İşte şimdi mahvoldum diye düşündüm o an. Şimdi mahvoldum. İkisi bizden uzaklaşıp başka bir köşeye geçtiklerinde sessizce sonumun gelmesini beklemeye başladım. Aradan geçen on beş dakikadan sonra şu belalı çocuk geldiği gibi çıkıp gitti hastaneden. Jun Woo duruyordu. Olduğu yerde duruyordu sadece. Ve sonra hızlı adımlarla bize doğru yürümeye başladı. Geliyordu... biliyordum o an, benim için geliyordu. Sadece bekledim. Ödeşebilmeyi bekledim. Oh Je ve Soo Bin'i benden uzaklaştırıp beni yakamdan tuttu ve bir yumruk geçirdi suratıma. Yere yığıldım ve işin kötüsü ne ayağa kalkacak ne de karşılık verecek halim vardı. Üzerime çıktı tekrar ve bir yumruk daha geçirdi. Bu sefer yüzümün sol tarafına. Ağzımın içine dolan kan tadını alabiliyordum. Ellerimi yumruk şeklinde sıkmıştım ama ne yapabilirdim ki? Kimse bilmese de ben suçumu biliyordum. Ve içimdeki ses bağırıyordu durmaksızın. 'Vur bana! Vur hadi! Tüm gücünle vur ki buradan tekrar kalkmam gerekmesin!' Tekrar vurdu ve sonra Soo Bin'in yalvaran haykırışı duyuldu.

ARAYIŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin