14.09.2017
It's Snowing like it's the End of the World
Balmorhea - Remembrance
* * *
Bir kadının dudaklarında değildir aşk.
Bedeninde hiç değildir.
Aşk, kadının göz kapaklarındadır.
Kadın, göz kapaklarında saklar o adamı.
Bu dört dize benim hayatımdı, aşkımdı. Belki de geleceğim olacaktı. Efsun'um, Efsunkar kadınım. Aşkı göz kapaklarında saklamayı bırakıp tüm ihtişamıyla bana sun göz bebeğim. Sun ki, daha çok kolem olayım. Sun ki kasvete boğulan gökyüzüm güneşine kavuşsun can içim.
Yeryüzüne düşen bir kaç damla, kadının katran karası saçlarından usulca aktı. Gülümsemesi dünyaları kıskandırdı, konuşmasını, güzel sesini sağır sultan dinledi.
Bir kalbimi darmaduman eden aşkı vardı.
Bir de içimi yakıp kavuran bakışları.
Görmek istiyorum seni, demişti. Kalbimi vermiştim ben ona, bir çift gözün lafı mı olurdu ki. Ama o bilemedi, kalbinde edindiğim dört odacıklı zindanı. Aşkı, ayağıma prangaydı. Bastığı yerde çiçekler açar, parmaklarının değdiği gitar tellerinde bülbül bile onun melodisini dinlerdi. Düşlerimi, çepeçevre sarardı. Ben ise bir ruhtum, ve ruhlar elbet bir gün cennetine dönerdi. Benim cennetim, onun kalbiydi. Bir ömür orada yaşamama izin verir miydi?
Eski bir gitarı vardı, aşina olduğum ezgileri içimde bir taht kurup oraya yığıldı.
Çaldığı şarkılar, ruhumu ilmek ilmek kendine kattı. Ama kendisini, o ilmeğin içine koymadı. Ben kördüm, o ise iyi bir terziydi. Dikişini dar tuttu, her bir yanım ona karıştı.
Ankaradan döneli tam iki gün oldu. Her ne kadar Efsun'a gitmek için dizlerim can atsa da, sabırla beklemiş ve üzerimdeki kırgınlığı atmaya çalışmıştım.
Saatlerdir kendimi atölyeye kapatmış, elimdeki kurdeleyi önümde duran demete bağlamaya çalışıyordum. Ona bu çiçekleri, kendim hazırlamak istemiştim ama bir türlü beceremiyordum. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor, gözlerim sulanıyor ve ellerim titreyip terliyordu. Efsun'un üzerimde bıraktığı etkilerdi bunlar.
Burası, benim mabedimdi. Dört duvarının her bir karesini ona adadığım kendi mahzenim. Ruhumdaki kemiklerin sayısı kadar, onun olduğu tablolarla doluydu. Elimde herhangi bir fotoğrafı yoktu, ki zaten gerekte yoktu. Aşkının ressamı olup, her saniye kendim çiziyordum onu.
Atölyenin kapısı, duvarların alıştığı sessizliğe karşın gıcırdayarak açıldı. Oturduğum duvar dibinden, boynumu uzatarak davetsiz misafirin kim olduğuna baktım. Muhsin amca, üzerindeki kahverengi kabanı ve siyah kuşaklı fötr şapkasıyla kendime mabed bellediğim bu gri duvarların arasında gülümseyerek beni izliyordu. Hemen yerimde toparlanıp ayağa kalkarak ellerimi birbirine çırptım.
"Hoşgeldin, usta."
"Hoşbuldum evlat," diyerek başını aşağı doğru salladı. Boş duran sandalyelerden birini çekip, Muhsin amcanın bacaklarının yanına doğru bıraktım. Elindeki bastonu oturduktan sonra, bacaklarının arasına sıkıştırdı. Bir sandalye de kendime çekip, karşısına oturdum.
Uzun boyu, yaşına göre yapılı vücudu ve dik duruşu ile tam bir eski toprak olduğunu kanıtlıyordu. Yılların tecrübesine, mutluluğuna, acılarına ve anılarına şahitlik etmişti bu adam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜLDEN ŞEHRİN KIRINTILARI
Novela JuvenilSarhoş olmak için kırmızı, sıcak bir şarap gerekmezdi, kendisi yeterliydi. Burası onun kendine ait mabediydi. Müzik kokan bedeni, gece saçlı kadının, bir meleği andıran yüzünün eviydi. Koca sema tanıklık etti onların bu naif aşklarına. Zarif ruhlu...