Soğuk Oda

3K 28 2
                                    

Bazen akan suyun altında durup bedeninize bakıyorsunuz, morluklarınızı sayıyorsunuz. Acıyan yerlerinize dokunuyorsunuz. Ayaklarınıza değip geçen suya bakıyorsunuz.

Aslında yüreğinizi rahatlatmaya çalışıyorsunuz.
Daha sonra buğulu aynanın önüne geçince çizgiler yok olmuş, kirpiklerinizin görüntüsü silinmiş oluyor. Siz oradasınız ve kendinizi daha önce hiç kimsenin görmediği gibi görüyorsunuz.

İşte ben Asya Ardınç. On dokuz yaşındayım. Saçları karamela şekeri gibi uzayan, küçükken insan büyüdükçe pskopat olan bir kızım. Kocaman dünya da hiç arkadaşı olmayan tek dostunun kaslı ürkütücü ama içi pamuk şekeri gibi olan Edu adında bir köpek olan kız. Garip değil mi?

Şu an ise yeni evimin banyosunda kendime bakıyorum. İs kokan bir evde , tek başıma. Arkamda büyük bir acıyı bırakarak İstanbul'a geldim. Ne zaman pişman olacağımı düşünürken, üstüme bir şeyler giyiyordum ki , uzun saçlarımı komik bir havluya dolayarak koltuğa fırlattım kendimi. Şu an iyi hissediyorum...

Bu aralar içimde çırpınan bir dünya şey var. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu çırpınışları aylardır anca fark edebildim. Ama insan bir çok farklı şeyle uğraşırken, içinde bulunduğu yoğunluktan ve tempodan tam olarak düşünemiyor bile. Ne kendisiyle ilgili, ne de başka olaylarla ilgili...
Yani ben de uzun bir süredir pek fazla düşünmemeyi tercih ettim sanırım. Dört sene kadar...

Amerika da yaşadım, kendimi bildim bileli. Ama şu an kaçıyorum oradan . Uzaklara çok uzaklara. Hayatımı mahveden kadına hayranlık duyuyorum.
İçime kapanmaktan kapalı siyah bir kutu oldum. Yaşım on dokuz ama ben otuz beşimdeyim.
Sanki on dokuzdan sonra otuz beş geliyormuş gibi triplerim var ama eğlenceli bir insandım aslında.
Kör kuyuya girene kadar.

Annemden bana kalan büyük servetler var. Ona benzeyen bir yüz. Güçlü bir kişilik. Uzun bacaklar. İntikam. Güçlü yumruklar. Normal bir insanın görmeyeceği kadar para ve mutsuzluk. Ne anne ama !
Benden kendisi gibi güçlü olmamı istedi. Güçlü bir kadın yaptı beni ama ondan nefret ediyorum beni bırakıp gittiği için, karnımda ki iz için, olmadığı için, güçsüzlüğü için...

Beynimi dolduran saçma sapan düşüncelerden sonra yeni evime göz atıyorum. Güzel bir ev. Kocaman bir salon ve iyi bir mimar ile döşenmiş eşyalar. Simsiyah deri koltuğumun hemen sağ tarafında ki duvarın hepsinin cam olduğunu görüyorum. Çok iyi.
Dışarısının nasıl olduğunu bilmiyorum. İstanbul'u tanımıyorum ama annem Türk olduğu için Anaokulundan beri Türkçe dersi almıştım. Hafif bir aksan problemi olsa da gayet iyi konuşuyordum.
Cama doğru yöneldim perdeyi açtım ve Edu ayaklarıma dolandı. O da sevmiş olmalı . Büyük ve lüks bir sitede olduğumu farkettim. Lüksü sevmeyen biriyim.
Karşımda benim evimin yansımasi gibi olan bir ev daha var ışıkları kapalı. Umarım filmlerdeki gibi komşuluğu kutsallıktan sayan teyzelerden biri yoktur.
Ellerimi göğsümün orda birleştirdim ve yanaklarıma doğru akan göz yaşımı farketmem bir kaç saniyemi aldı. Soğuk bir ev . Kimsesiz. İlk eve taşındığımızı hatırlıyorum. Buraya benzeyen bir yerdi ve ben aynı şekilde -camın önünde- dururken bebeğimle oynuyordum ve sert bir topuklu ayakkabı sesi ile ürkülmüştüm. Ağız dolusu gülümsüyordu bana. Kollarını açmıştı. Ve o kadar sıkı sarılırdı ki bana , tüm dünya dururdu.
Hıçkırıklar içinde buldum kendimi. Engel olamıyordum. Onu çok özlemiştim. Dayanılmaz bir acıydı bu.

Sanki sigarayı bedenimde söndürüyorlardı. Öyle bir acıydı işte yaşadığım.

Öyleydi ki, her şey eskisi gibi kalacak. Ama ben Tünele doğru boş boş yürüyeceğim, kendime geldiğimde Otuz beş'ime gelmişim.

ŞEHVETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin