Hepinize tekrar merhaba sevgili okurlarım.☺️
Aslında yeni bölümü yazmak ve sizlerle paylaşmak için çok sabredemiyorum. Onun için hemen yazmaya başlıyorum ve bölüm sonunda görüşmek üzere keyifli okumalar diliyorum.😁
2. Bölüm: Tarla Yolu
Önümüzdeki tarlalara doğru ilerlerken Giray hâla çok düşünceli görünüyordu. Bu bizi çok tedirgin etmişti. Çünkü tahmin edebileceğiniz üzere Giray asla böyle biri değildir. Her zaman çok konuşur ve asla yerinde duramaz. Yani şuankinin tam tersi.
"Sen iyi misin?" diye sordum merakıma yenilerek. Cevap vermeyince koluna dokundum ve biraz sarstım. Hafifçe yerinde sıçrayıp bana baktı.
" Efendim kanka?"
" Parktan beri çok düşünceli görünüyorsun. Bir şey mi oldu?" Kafasını sağa sola salladı.
"Çok önemli bir şey değil ya. Yarın nasıl hasta olabilirim diye düşünüyorum."
"Sen kendini üzme Giraycan. Buluruz bir çözümünü." deyip kafamı koluna yasladım.
"O değil de benim annem mağazaya gittiğimi duyarsa kendine de bir sürü şey isteyecek." deyince anlık bir aydınlanma yaşadım. Bunu nasıl unuturdum! Nazlı Abla Alev'in iki katıydı. Yani şimdi üç Alev kadar alışveriş yapacaktık.
Biz bunları konuşurken diğerleri de önümüzden ilerliyorlardı. Alev de dahil olmak üzere hepimiz çok düşünceliydik. Bu derin sessizliği bozan cümle ise Çağla'dan geldi.
"Ama yeter artık ben çok sıkıldım. Herkes kafasını bir boşaltsın bakalım. Şimdi, kim benimle tarlaya uçmak ister?" dedikten hemen sonra gülerek tarlaya doğru koşmaya başladı. Doğal olarak biz de peşinden gittik. Tabi Alev hariç.
Çağla en önde, arkasında biz uçsuz bucaksız tarlanın ortasına doğru koşuyorduk. Tam o sırada gözüme bir şey takıldı. Parlayan bir şey... Başakların ortasında gözümü acıtacak kadar ışık saçan bir şey... Ne olduğunu anlayabilmek için oraya doğru bakarak koşuyordum ki tam önümden giden Baran'a çarptım. İkimizin de dengesi bozuldu ve düşmeye başladık ve bilin bakalım ne oldu? Giray'da Baran'ı tutmaya çalışırken düşmeye başladı. Arkasında ne olduğunu merak ederek bize doğru bakan Çağla'nın ise arkasını döner dönmez ayağı bir taşa takıldı ve o da düştü. Ne olmuştu, nasıl olmuştu bilmiyorum ama her şey yalnızca üç saniye içinde gerçekleşmişti.
Alev arkamızdaki yoldan bize kahkahalarla gülerken en sonunda biz de dünyaya geri döndük ve gülmeye başladık. Hepimiz aynı anda düşmüştük ve şuan yerde yatıyorduk. Daha doğrusu ezilmiş başakların üzerinde.
Hafifçe kıpırdanarak doğrulmaya çalıştım ama olmuyordu. Üzerimdeki ağırlık öyle fazlaydı ki.
" Ya kanka kalksanıza üstümden. Hareket edemiyorum." dememle anca yerlerinden kıpırdadılar. Nihayet üzerimden kalktıklarında fark etmeden öyle derin bir nefes almışım ki bir an başım döndü ve neredeyse tekrar düşüyordum. Ama tabi canım arkadaşım Çağla yanımda olduğu için düşmedim.
Yavaş yavaş tarladan çıktık ve Alev'in yanına gittik. Alev telefonuna hiç bakmıyordu bile. Sadece bize bakarak gülüyordu. En sonunda "Acaba ne zaman soracak?" diye beklediğim soruyu sordu.
"Ne oldu orada öyle?"
"Hepsi Aslı'nın suçu." dedi Baran direkt. Yüzüne baktığımda kızgın bir yüz ifadesi gördüm. Ama aynı anda hem gülen hem kızan bir yüz ifadesi... Yüzüne baktığımı sonunda fark etmiş olacak ki kafasını usulca bana çevirdi. Sanki böyle söylediği için onu kovalayacağımı sanıyor gibiydi. Ben görüş açısına girdiğim anda bayağı büyük bir kahkaha attı.
" Kızım o nasıl bakış öyle? Beni öldürecek misin yanaklarımı mı sıkacaksın belli değil." dedi gülmesine zar zor ara verip. Diğerleri de dönüp bana baktıklarında gerçekten yüzümde acayip bir ifade olduğunu anladım. Çünkü hepsi birlikte bana bakıp bakıp gülüyorlardı.
" Tamam ya abartmayın işte. Sadece bir an dikkatim dağıldı. Önüme bakmıyordum." dedikten hemen sonra o anlar tekrar gözümde canlanmaya başladı. Tarlanın ortasında gözümü acıtırcasına parlayan bir şey vardı. Onun ne olduğuna dair içimde öyle büyük bir merak oluşmuştu ki hiç kimseye bir şey demeden onu nerede gördüğümü hatırlamaya çalışarak tarlanın içine geri girdim.
"Aslı nereye? Alındın mı yoksa?" dedi Baran. Kendini suçlu hissettiği sesinden anlaşılıyordu. Onu tanıyordum ve gerçeklerden habersizce peşimden geleceğini de biliyordum. Arkamdan gelen adım sesleri de bunu doğrulamış oldu.
En sonunda az önce düştüğümüz yere ulaştığımda sabırsızca etrafıma bakındım. Gördüğüm cisim koşarken sağ tarafımda bizden yalnızca birkaç adım uzaklıktaydı. Belki ışık yine aynı açıyla gelir diye yavaş yavaş arkaya doğru giderken onu gördüm. Koşarak o tarafa doğru giderken diğerlerinin "Bu sefer kesin delirdi." dediklerine adım gibi emindim.
Onu gördüğüm yere geldiğimde yerde elim büyüklüğünde, yuvarlak bir cisim vardı. Elime aldım ve incelemeye başladım. Aslında saate benziyordu ama akrep ve yelkovan yerinden çıkmış gibi sürekli hareket ediyordu. Ama eğer yerinden çıkmış olsaydı sürekli aşağı dönük olarak sarkmaz mıydı? Oysa bu saatin içindeki akrep ve yelkovan sürekli aynı yere bakarak dönüyordu. Tıpkı bir pusula gibi...
Baran sonunda bana yetişip yanıma geldiğinde nefes nefeseydi. Önce anlamsız gözlerle bana baktı ama elimdeki nesneyi fark edince o da yaklaşıp incelemeye başladı. Yaklaşık bir dakika sonra Çağla ve Giray da yanımıza geldi. Onlar da Baran kadar meraklı görünüyorlardı.
" O ne öyle ya?" dedi Giray tek kaşı havada. İçimden ona "Sence?" demek geldi ama bu gizemli ortamı bozmak istemediğimden bir şey demedim ve incelemeye devam ettim. Aslında Cüneyt Amca'ya gitmek en iyi fikir gibi görünüyordu. O bunun nasıl bir şey olduğunu kesin bilirdi.
Çağla da benimle aynı şeyi düşünmüş olacak ki " Bence hemen Cüneyt Amca'ya gitmeliyiz." dedi. Bunun üzerine kimsenin yerinden kıpırdamadığını görünce yerimden kalktım ve onları da peşimden gelmek zorunda bıraktım. Yavaşça yola doğru ilerlerken bir yandan da elimdeki cismi incelemeye devam ediyordum. Acaba pusula mıydı? Belki de garip bir saat... " Cüneyt Amca bilir nasıl olsa." dedim içimden.
Cüneyt Amca'nın evine yaklaştıkça aklımda daha çok ihtimal belirmeye başladı ve şuan için en baskınları da biraz fazla abarttığımızdı. Belki de şaka dükkanından aldığı garip bir eşyasını kaybetmiş zavallı bir insancığa aitti ve adamın şuan umurunda olmayan bir şey bizi çok meraklandırmıştı. Kim bilebilirdi ki? Her şey olabilirdi...
Sonunda iki katlı yemyeşil bir bahçesi olan am dışarıdan bakınca biraz korkunç görünen eve geldiğimizde aynı ilk gün olduğu gibi bahçedeki küçük kulübeden gelen sesler ve yanıp sönen ışık evin zaten çok da şirin olmayan havasına bir katkıda bulunmuyordu.
Giray her zamanki gibi biraz geride kalmayı tercih etti. Burayla ilgili çok da iyi anıları yoktu çünkü...
================================
Tekrar selam canlar...
Yeni bölümün biraz geciktiğinin farkındayım.😅Ama ne kadar uzun olursa olsun sonuçta burdayız ve hepinize iyisinde, kötüsünde; depreminde, selinde ne olursa olsun destek olmaya hazırız.🤗
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İsimsiz Mini Ordu
RastgeleSadece biraz değişiklik istemiştik. Bu biraz(!) fazla olmadı mı? Yerin altında saatler, belki de günler... Üstelik buradan çıkıp çıkamayacağımızı bilmeden... ~Fons