Sadece normal olmak, herkese benzemek istiyordum. Başkalarından farkımı fark ettiğimde ondan kurtulmaya çalıştım.
Sınıfın kapısını ittirip içeri girdim, bakışlarımı etrafta gezdirirken boş bir yer arayarak sıraların arasında ilerledim.
Sonuna kadar açık pencerelerden içeri giren saf gün ışığı yakın zamanda cilalanmış ahşap sıralardan yansıyor, yüksek sesle kahkaha atan veyahut kendi aralarında sohbet eden öğrencilerin ikide bir ellerini kaldırıp kıstıkları gözlerine siper etmelerini gerektiriyordu.
Ellerim sırtımdaki çantamın kol kısımlarında, yine bana kalmış gibi duran pencere kenarının hemen yanındaki en arka sıraya yaklaştım. Çantamı çıkarıp yanımda oturan çocuğun tiz, o bende suratına yumruk atma isteği uyandıran sesini görmezden gelerek yavaşça sandalyeye oturdum.
Hafifçe iç çektim ve bakışlarımı sınıfın karşı duvarındaki kara tahtanın yanındaki ders programına çevirdim. İlk ders fizikti. Çıt çıkarmadan ya da az önce günün ilk dersinin hocasından da kendinden de nefret ettiğim fizik olduğu gerçeğini fark ettiğimi belli etmeden çantama uzandım ve fizik kitabıyla defterini çıkardım. Kalemliğimi bir diğer bölmeden aldıktan sonra hepsini beraber masaya koydum ve yuvarlak çerçeveli gözlüklerimi düzeltip etrafıma bakındım.
Sınıfın popüler kızı birkaç gündür yoktu, bu da sınıftaki çoğu konuşmanın beni deli edecek derecede saçma olma ihtimalini bir derece azaltıyordu. En öndeki tayfa her zamanki gibi sessizce ya kitap okuyor ya da ders çalışıyordu, orta sıradakilerin sıralarında kendilerinden eser yoktu. Muhtemelen yine kantinde küçük sınıfları aşağılıyorlardı. Arka taraflar ise her zamanki gibi birbirlerine kağıttan toplar fırlatıyor veyahut izinsiz yanlarında tuttukları tuşlu cep telefonlarından birbirlerine saçmalıklarla dolu mesajlar atıp duruyorlardı.
Gözlüğümün saçma derecede kalın camlarının ardından bakışlarımla tüm sıraları tek tek taradım. Yoktu. Hala yoktu. Oysa bugün geleceğini söylemişti. Fizik defterimi açtım ve bakışlarımı sayfalarında gezdirdim. Her bir sayfanın formüller ve soru çözümlerinden kalan boş yerlerini minik karikatürlerle doldurmuştum. Temiz bir sayfa açtım, en üst köşesine kalemi çok bastırmadan küçük bir kola şişesi karikatürü çizmeye koyuldum.
Sınıfın kapısı savrulup açıldı ve kantin tayfanın tamamını önünde güderek fizik hocası girdi içeri. Bay Thompson. O yağlı, sürekli kafasına yapışık koyu kahverengi saçları ve çenesi kadar sivri diliyle okulda sevmediğim tek hoca. Kalemimi kapattığım defterimin kapağının üstüne bırakıp yavaşça ayağa kalktım. Orta sıraların sahiplerine uzun bir nutuk çekmekte olan hoca etraftaki öğrencilerin ayağa kalkmış, beklentiyle ona baktıklaını fark edince elini sallayıp kayıtsızca:
-Oturun,
dedi. Sınıfın her tarafında gıcırdayan sandalyelerin yerde çıkardığı ses yankılandı. Az önce kimi azarladığını unutmuş gibi etrafına bakınan Bay Thompson kitaplarımızı çıkarmamızı söyledi, ben hareketsiz durdum fakat sınıfın belirli yerlerinde -özellikle ortalar ve arkada- hareketlenmeler oldu.
Bay Thompson sayfa numarasını söyleyip en üstteki soruyu çözmemizi belirtirken içimden: Bu sefer kalkacağım... diye geçirdim.
Bir an sonra bilinçaltımda aşina olduğum bir başka ses fısıldadı.
Yalancı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cameron
Dla nastolatkówBir bedende iki kişi, fazla değil mi? Audrey 16 yaşında liseli bir genç kız. Diğer kızlar gibi kitaplardan, müzikten ve yalnız kalmaktan hoşlanıyor. Ama hiçbir zaman gerçekten yalnız değil. Aklındaki o ses küçüklüğünden beri onu bırakmıyor... - 'Ah...