26. Bölüm 'Meari'nin Belalısı Anlatıyor.'

9 6 0
                                    

Cehan:

O geceden sonra uzun zaman bizim çocukları göremedim. Ne kütüphaneye geliyor ne de benim eve uğruyorlardı. 

Ertesi seansta doktor o geceyi deşti durdu. Polislere inanıyordu. Bana da inandığını söylüyordu. Ama 'gerçek' inanmasıyla değişmiyordu. Bu ortadan kaybolan çocuktan bahsetmemi rica etti. Artık söyleyebilirdim ismini. Vuranın Hun olduğunu söyledim. Daha önce Hun'dan bahsettiğim için Hun'un kim olduğunu iyi biliyordu doktorum. Anlayamayacağıma emin olduğu bir şeyi açıklamaya hazırlanıyordu. Sıvalı kollarını biraz daha sıvadı. Not defterini yanına koydu, derin bir nefes aldı. O gece beni nezaretten çıkarttıktan sonra dayanamamış, olayın çıktığı yere gitmişti. Satıcı kadına olayı anlattırmıştı. Satıcı kadın da polisler gibi vuran kişinin tek ve yalnız olduğunu söylemişti. Tek başıma dört kişilik mezeyle dört kişilik içki sipariş ettikten hemen sonra biraz ilerideki adamın yakasına yapışmıştım. Sonra bir ara bırakmıştım adamı ama sonra dayanamayıp yere sermiştim bir vuruşta. Zekası geri bir çocuğa havuz problemini açıklamaya çalışır gibiydi.

"Hayır." dedim doktoruma. "Hayır. Hayır, böyle olmadı." Nasıl bir kumpastı bu? "Kumpas falan yok, kimse seni suçlamıyor." dedi doktor. Sadece olaylar benim gördüğümden daha farklı gelişmiş olabilir miydi diye soruyordu masumca. Hayır, olamazdı. Ben ne gördüysem birebir anlatıyordum. Burnumdan nefes aldığımı görünce rahatlamamı, sık sık nefes alıp vermemi söyledi. İstersem sonra devam edebilirdik. Hayır, sonra devam etmek istemiyordum. Neyse, ne değilse, bu düğümü burada şimdi bir an önce çözmek istiyordum. Doktorum hazır olduğumu düşünerek "Halüsinasyon görüyor olabilirsin." dedi. Yüzüne utanmadan güldüm. Ne saçmalıyordu? "Nasıl yani?" dedim. "Hayal görüyor olabilirsin." dedi. "Hayır, hayal falan görmüyorum." dedim. "Biliyorum." dedi. "Hayal bile olsa gerçek gibi geliyordur." Sinirlenmeye başlamıştım. "Hayır." dedim. "Hayal olsa bilmez miyim?" Doktor profesyonel tavrını takınarak ukalaca biraz da acıyarak "Bilemeyebilirsin." dedi. Duvara toslamış gibiydim. Nasıl bilemezdim? İnsan hayalle gerçeği ayırt edemez miydi? "Senin durumunda olan biri kendine başka bir dünya yaratabilir. Bu dünyaya inanmak isteyebilir. Bu dünyanın içinde mutlu ve huzurluysa bu dünyada yaşayabilir." Hayır! Hayır! Hayır! Ben basketbol oynamıştım Hun'la. Hun'un attığı üçlüklerin hiçbirini ben atamıyordum. Attığı top gözüme gelmişti de gözüm şişmişti. Top gerçekti. Gözümün şişi gerçekti. Sulh'un çizdiği resimler odamdaydı hala. Hepsi de benim hayatımda görmediğim, duymadığım tekniklerle çizilip boyanmıştı. Kağıtlar gerçekti. Odamda resim yaparken yatağımın üzerine sıçrayan boyalar hala odamdaydı. Çarşafımdan çıkartamamıştım bazı lekeleri. İsterse yarın gösterebilirdim doktora. Bana boş gözlerle bakıyordu. "Sonra Kan," dedim, "Ayarladığı kızları görseniz, gittiği partileri görseniz hayal görmediğimi anlarsınız." O kızlar hep gerçekti. Doktor susmuş beni dinliyor, kollarını göğsünün üzerinde bağlamış, çoktan kararını vermiş bir halde, bu susmak bilmeyen heyecanlı halim ne zaman sona erecek diye bekliyordu. Bu suskunluğunu hiç beğenmemiştim. Sanki ben konuştukça koyduğu teşhis daha bir netleşiyordu. Sırf bu yüzden sustum. Artık konuşma sırası kendisine geçmiş gibi yüzünün gerilmiş hatları rahatladı; "Bunların hepsi ama hepsi hayal olabilir." dedi. "Yanlış anlama." diye düzeltti sonra. "Olaylar, eşyalar, malzemeler, diğer kişiler gerçek olabilir. Ama Hun, Sulh ve Kan sadece senin hayalinde yaşıyor olabilir. Aslında onların yaptığı şeyleri sen yapıyor olabilirsin." Bir an bu konuşmayı bizim çocuklarla yaptığımızı düşündüm. Sanırım sabaha kadar gülerlerdi doktorun bu uçuk kaçık sözlerine. "Cehan?" diyerek çekip aldı gene beni bu komik hayalin içinden. "Peki sen nasıl açıklıyorsun bu durumu?" "Hangi durumu?" dedim. Benim için ortada bir durum yoktu ki... "Polislerin ve satıcı kadının gördüklerine ne diyeceksin?" dedi. İki-üç kişi yanlış gördü diye adımı deliye çıkarmayacaktım. "Kimse sana deli demiyor." dedi arkasına yaslanarak. "Akşam karanlığıydı." dedim. "İçerisi kalabalıktı. Başka bir müşteriyle karıştırmış olmalılar beni." Polisleri hatırlattı. Aynı şeyler onlar için de geçerliydi. "Günün yorgunluğu olmalı." dedim. "İkisi birden mi?" dedi. İkisi birden yorulmuş olamaz mıydı?

MEARİ'NİN BELALISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin