1. TANITIM
Sabah nöbetten çıkan Kerem bütün enerjisinin bittiğini hissediyordu. Gece acil servis yoğun olduğu için ne dinlenebilmişti, ne de uyumuştu. Eğer başını yastığa koyarsa yirmi dört saatten önce uyanabilmesi mümkün değilmiş gibi geliyordu. Ama uyku önce soğuk bir duş almalıydı. Banyo sonrası yatmadan, bir de kendini yorgunluk kahvesiyle ödüllendirirse ondan iyisi yoktu. Aceleci olmayan hareketlerle cep telefonunu çantasına yerleştirirken akşamki halı saha maçını hatırladı. Boştaki elini hafifçe alnına vurarak kendi kendine söylendi. "of Oktay! Nasıl unuttum. Arayıp iptal etsem dilinden de kurtulamam ki şimdi."
Oktay tıp fakültesinden arkadaşıydı. Özel bir hastanede çocuk doktoru olarak görev yapıyordu. Bir dostun omzuna en çok ihtiyaç duyduğu vakitlerde yanında olan arkadaşını yüz üstü bırakamazdı. Düşünmeye gerek duymadan maça gitmesi gerektiğine karar verdi.
Miskince çantasını omzuna takıp üzerindeki yeşil formasıyla hastanenin çıkış kapısına doğru ilerlerken telefonu çaldı. Ekrana baktığında Oktay'ın ismini gördü. Parmağının ucuyla isteksizce ekranı kaydırırken kendisi cevap vermeden arkadaşı konuştu. "Uzak doğu ve Balkanların en iyi kalecisi, günaydın."
Otoparktaki arabasına ilerlerken "Sana da günaydın" dedi. "Yalnız en iyi kaleci yerine en yorgun kaleci desen daha yerinde olurdu"
Keremin verdiği cevap sonrası Oktay alaycı ses tonuyla söylendi. "Sabah sabah böyle konuştuğuna göre nöbetten çıkmış olmalısın. Çünkü genellikle nöbet çıkışlarında yaşlı teyzeler gibi mızmız oluyorsun"
Oktayın eğlenerek kurduğu cümleye dişlerini sıkarken gülümsedi. "Oğlum cumartesi sabahı bu enerjiyi nereden buluyorsun sen. Hiç uyumaz mısın? Yanlış hatırlamıyorsam gece ikide bana gittiğin bardan fotoğraf atmıştın"
Aracına birkaç metre kala parmaklarının arasındaki kumandayla arabanın kapısını açan Kerem, Oktay'ın cevabını dinlerken yanında beliren siyah takım elbiseli iki adamı görünce bütün bedeni buz kesti. Oktaya onu arayacağını söyleyerek telefonu yüzüne kapatır gibi görüşmelerini sonlandırdı. Sonra kim olduklarını bildikleri adamlara öfkeyle neden geldiklerini sordu.
Uzun boylu olanı on metre kadar gerilerindeki siyah cipi gösterdi. "Efendim, bizimle gelmeniz gerekiyor. İskender Bey sizi bekliyor"
Sinirleri iyice bozulan Kerem omzundaki çantayı fırlatır gibi arabasının içine atıp yönünü kendisini bekleyen araca döndü.
İçinde fırtınalar koparak yanındaki adamlarla birlikte arabaya yürüyüp onun için açılan kapıdan içeriye girdi. Koltuğa yerleştiğinde karşısında oturan yaşlı adama "Neden geldin?" dedi. "Ben sana seni etrafımda görmek istemediğimi söylemedim mi?"
İskender Bey bakışlarını kaçırarak "Beş yıl oldu oğlum" dedi. "Beş senedir hala affetmedin mi beni"
Kerem dişlerini sıkarak daha fazla konuşmaması için işaret parmağını kaldırdı."Asla!" dedi. "Seni affedersem, affettiğim için kendimi affedemem. Şimdi, bu sana son uyarım. Bir daha karşıma çıkma!"
İskender Bey çok üzgün olduğunu ifade etmeye çalıştı ama Kerem izin vermedi. "Sakın! Tek bir kelime dahi söyleme, dinlemek istemiyorum. Senin karanlık dünyandan nasibimi aldım ben. Yeter!"
Kerem öfkeyle arabadan inerken dedesi arkasından seslendi. "Hazımı salmışlar. Tahliye olmuş"
Duyduğu isimle Kerem ikinci bir adım atamadan olduğu yerde kaldı. Tüm dünyası ters yüz olmuş, üstüne bastığı zemin ayaklarının altında titriyordu adeta. Yeryüzündeki en nefret ettiği adam o kadar günaha, suça rağmen demir parmaklıklardan nasıl kurtulurdu. Bu kadar mı kolaydı. Bu nasıl adaletti. Nefretle yüzünü arabanın içinden onu izleyen dedesine dönüp öfkeden çakmak çakmak olan yeşil gözleriyle "müjdeyi vermek için buraya kadar zahmete girmeseydin." Dedi. Hayatında sakin olmakta en çok zorlandığı başka bir anı daha yaşıyordu.