james potter'ın lucius malfoy sorunu

539 46 42
                                    

James Potter, Malfoylara katlanamazdı. Tamam, en küçük Malfoy iyiydi, hiçbir sıkıntısı yoktu fakat babası olacak alfa katlanılmaz olabiliyordu. Baş Alfa olarak toplantıları düzenliyordu ve iki ayda bir olan bu kasaba toplantısına oğluyla beraber gelmesine rağmen oğlunu en arkaya oturtmuştu. Lucius Malfoy, çok salaktı.

James ise Harry'yi zorla yanında götürdüğü bu toplantıda, neden Draco Malfoy'un yanına oğluyla beraber oturmak istemişti bilmiyordu. Belki sarışın olana üzüldüğündendi belki de kendi oğluyla alakalıydı. Yine de, Lucius Dünyanın Salak Kişisi Malfoy konuşurken oflayıp puflayamıyordu. Çünkü Lily bunu görse ona kızardı. James Potter ise toplandıkları yerin kapısını çalıp geç kaldığıyla ilgili bir şeyler olan Regulus Black ile birlikte gerilmişti.

Regulus Black, üzerindeki bakışlara karşılık bile vermeden geçti. James'in yanındaki iki gence selam verdikten sonra yerine geçti. İşte James'in unutamadığı aptallıklardan biri daha karşısına çıkmıştı. Umursamamaya çalışarak toplantının ana sebebine odaklanmaya çalıştı. Anlaşılan kasabaya pek istenmeyen bazı misafirler gelecekti ve bu konuda dikkatli olmak gerekiyordu. Eh, kim umursardı ki?

James umursamalıydı.

Harry ise yarım saat boyunca uyumuştu. Draco Malfoy'un omzunda! Draco gülümseyerek sorun olmadığını söylese bile vardı. Çünkü Harry ona karşı bir çekim hissetmemeliydi. Bu yanlıştı. O bir deltaydı, ruh eşi vardı, Harry ise hayatı boyunca yalnız kalacağına söz vermişti. Eve babasının normalden çok daha sessiz olduğunu fark etmeden gitti.

Annesi hastanedeydi, hala çalışıyordu. Babasına odasında olacağını söylerken elindeki kahve bardağıyla yukarıya adımlıyordu. Harry kahveyi sıcak içmeyi sevmezdi. Kışın bile soğuk kahve içerdi. Sütsüz, bol şekerli kahvesiyle mutluydu. Zevkleri konusunda keskin çizgileri vardı. Çoğunlukla fantastik kitaplar okurdu mesela. Tarçınlı olan her şeye bayılırdı ve tarçını sevmeyen insanları anlamazdı. Molly Weasley'nin pekmezli turtaları favorisiydi. Taylor Swift ile Louis Tomlinson dinlemeden bir gün bile geçiremezdi. Playlist yapmaya bayılırdı. Kulaklıksız dışarı çıkamazdı. Tütsü yakmadan ders çalışamazdı bile. Karamelli çikolata yerdi küçüklüğünden beri çünkü Remus alıştırmıştı. Kendisi hakkındaki en ufak detayları bile merak eden biri var mıydı acaba? Uyandığında ne kadar huysuz olduğunu, insanları azarladığını bilecek birileri? Kendini yalnız hissetmesine rağmen sonradan canı yanmasın diye kendini insanlardan uzaklaştırdığına anlam verebilecek birileri? Varsa bile neden vardı ki? 

Ama vardı işte. Harry farkında bile olmayacakken vardı. Sekiz yaşından beri vardı. Kendisi uğruna defterlerin gizli sayfalarında can bulan şiirler vardı. Birinin yaşama sebebiydi, birinin mutlu olma sebebi. Bunlar saçmaydı fakat vardı işte. Harry ise asla farkına varmayarak yaşayabileceğini düşünüyordu. Ne kadar da yanılıyordu.

Okul günleri stresliydi. En sevdiği havalar yağmurlu, sisli günler olan Harry Potter için ideal yaşama yeri şüphesiz İngiltere idi. Ron Weasley ise sıcak havalardan hoşlanırdı. O kadar zıtlardı ki her daim birbirlerini tamamlarlardı. Okul onları fazla ağır bir programla öldürüyordu fakat onlara asıl darbeyi vuran Hermione'nin ekstra ödevler vermesiydi. Kız, arkadaşlarının akademik hayatlarına arkadaşlarından daha çok dikkat ediyordu ve bu Harry'yi kurtarıyordu.

Okulun yanındaki küçük kafeden kahve aldıktan sonra akşam için sözleşen Altın Üçlü takip ediliyordu. Akşam, Harry Potter'ın evinde Black Ailesi misafir olacaktı ve Ron ile Hermione davetliydi. Harry yemekten sonra yukarı çıkıp film izleyeceklerini, klasik bir akşam olduğunu söylemişti.

Eh, beklenmeyen dört misafir kimseye zarar vermezdi. 

Hava kararmaya başlamışken Harry hazırdı ve annesine yardımcı oluyordu. Üzerinde siyah, bol bir kısa kollu gömlek vardı ve aynı renkteki pantolonunun içine sıkıştırmıştı. Ayda bir taramayı denediği saçlarıyla uğraşmış sonrasında vazgeçmişti. Annesi ve babası bir orduyu doyurabilecek kadar yemek yapmışlardı. Kapı aralıksız iki kere çalmıştı ve gelenler toplu olarak beklenen misafirlerdi. Sirius, Remus, ve Nyx içeriye geçerken Sirius yine bir şeyden yakınıyordu. Arkalarından Ron ve Hermione ile konuşan Regulus Black içeri girdi. Regulus sanki orada olmaktan acı çekiyormuş gibi gözükse de Lily alışabileceğini umuyordu. Hayat, size getirdikleri ve götürdükleri dengesini sağlayamazdı çoğunlukla. Yine de çabalardınız. Çünkü insan olmak, devam etmekti.

Ailesi gibi hissettiren insanlardı eve gelenler Harry için. Annesi ile babası kadar yakınlardı ona. Dünya üzerindeki kendini değer vermekten alıkoymadığı birkaç kişiydi işte. Evin kış bahçesine kurdukları masa, sıcak ortam, yenilmeye hazır bir sürü yemek ve ailesi olan insanlar. Bunlardı Harry'nin mutlu olma sebepleri. Tam Sirius çok önemli bir şeyi anlatmaya başlayacakken kapı çaldı. Lily kapıya yakın olduğu için açmaya gitti ve birkaç dakika sonra arkasında tanıdık dört kişiyle döndü.

 En önde Theodore Nott, Blaise Zabini ve arkalarındaki Pansy Parkinson ile Draco Malfoy ellerindeki kutularla dikiliyorlardı. Ron bir anda öksürmeye başladı. Sirius müdürlük yaptığı okulun öğrencilerinin burada ne yaptığını bilmiyordu fakat eğer ailelerinin haberi yoksa istedikleri kadar kalabilirlerdi. Çocukların hepsini severdi fakat dörtlünün aileleri tam bir işkenceydi. Hele veli toplantılarında iyice çekilmezlerdi. James çocuklara oturmalarını söylerken sanki orada olmalarını yadırgayanlar bir tek Harry ile Ron'du. Blaise Ron'un karşısına, Pansy Hermione'nin yanına otururken Draco ayaktaydı. Harry hafifçe elini sallayıp onu yanına çağırdı. Theo zaten biricik, aşık olduğu tek kişi olan Regulus Black'in yanına yani Harry'nin karşısına oturmuştu. Nyx Draco'nun orada olmasını hala anlamlandıramamıştı gerçi.

Anlaşılan oydu ki, kalabalıklaşan ortam eğlenceli olabiliyordu. Blaise ve James şaşırtıcı bir biçimde iyi bir ikili olmuştu. Theo bir dakika bile olsun Regulus'u rahat bırakmıyordu, Pansy Lily ile çok iyi anlaşmıştı. Remus ve Sirius ise her an Draco'yu evlat edinebilecekmiş gibi duruyordu. Theo misafir olmanın en önemli adımının bir şey getirmek olduğunu söylemişti bu sebeple dörtlü pekmezli ve elmalı turta, cevizli kurabiye ve çikolatalı yulaflı barlar getirmişlerdi. Harry pekmezli turtadan anında bir dilim alırken Draco onun favorisi olup olmadığını sordu.

'Net bir şekilde hepsini geçer. En iyisi. Pekmezliden başkası en üste asla geçemez.'  Draco gülümsedi.

'Katılıyorum kesinlikle, benim de favorim.'

'Draco sen pekmezli turtadan nefret etmez misin? Elmalı turtanın hiçbir şeyi geçemeyeceğini- of.'

Theo, arkadaşları tarafından yargılanmayı hak ediyordu tamam ama Draco'dan tekme yemeyi hak etmiyordu. Bir kere arkadaşlarını zorla buraya getirip hoşlandıklarıyla vakit geçirmeleri için kendini feda etmişti!

'Theo, hayatım, sen kendinle karıştırdın galiba. Yıllardır beni görmüyorsun ya o yüzden hep.'

Draco yüzünde bir sırıtışla bunu söylerken sanki her an kalkıp gidebilecekmiş gibi duruyordu. Harry başını öne eğerek gülümsemesini gizledi. Neden bilmiyordu fakat Draco gözüne tatlı gözükmüştü. 

Ron ise önündeki, favorisi olan, cevizli kurabiyelerden yiyordu. Hangi salak getirdiyse iyi ki getirmişti. Karşısındaki Blaise'nin ona sırıtmasıyla anladı hangi salak olduğunu. Boğulma tehlikesi yaşamadan günü bitiremeyecekti muhtemelen. Sinirden yanaklarının yandığını hissediyordu. Neden böyle hissettiğini bile bilmiyordu. Alfalardan kesinlikle nefret ediyordu. Ama adı Blaise Zabini olan salaklardan daha çok.

Harry ise Ron'un Blaise ile olan sessiz iletişimini tek garip bulan kişi değildi.


-- bölümlerini en uzun yazdığım fic bu, saka gibi

hızla bir şeyler yazdım çok memnun değilim ama umarım olmustur ya

bu fic beni asırı eğlendiriyor gereksiz ama theo<3 

peki james ve regulus...

yakında dram gelir zaten ya

görüsürüz!!

kendinize iyi bakın!!

lev,

17/08/22



late night talking|drarryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin