Yavaşça açılan pencerenin köşesinde görünen kıvırcık tutamlara karşılık içimde bir türlü susturamadığım o çocuğun kıpırtıları ile elimdeki iki, üç küçük çakıl taşlarını biraz daha sıkıca avucumun içine hapsetmiştim ki küçük elinde sıkıca tuttuğu bibloyu görmemle kıkırtımı daha fazla saklayamamıştım.Büyük ihtimal beni bir sapık(!) zannemişti ve kendini korumak için böyle önlem almıştı ki kıvırcık tutamlarının uçlarından görünen korku dolu ceylan gözleri ile yerimde zıplamamak için direniyordum.
Korkuyla açılmış gözleri etrafı hızlı tarayarak en sonunda benim üzerimde durunca büyütmüş gözleri daha da irileşmiş ve elindeki bibloyu ayak ucuna rastgele bir yerlere bıraktığı gibi pencerenin köşesine diz üstü sinen bedeni hızlıca ayaklanarak bana şaşkınlıktan açılan ağzıyla bakakalmıştı.
"Taehyung delirdin mi sen?" Hızlıca kafamı aşağı yukarı sallayarak otuz iki diş gülüşümü sanki daha fazla gösterebilirmişim gibi biraz daha yayvanca gülmüş ve yavaş adımlarla evin duvarına doğru ilerleyerek gecenin ikisindeki karanlıkta onu biraz daha iyi görebilmek için sürekli başımı geriye yatırmak zorunda kalmıştım.
Jeongguk'a dışardan delirmiş, yoldan geçen insanlara göre ise bir sapık gibi görünsem bile ben sadece özlemiştim.
İki gündür Jeongguk'u göremiyordum. Bedenine, kokusuna hatta yanımda dururken bile usul usul aldığı nefes seslerine bile hasret kalmıştım ve gecenin sonlarına doğru şuurumu kaybettirecek kadar olmasa da aldığım alkolün kanıma verdiği cesaret tohumlarıyla kendimi Jeongguk'un evine son sürat arabamı sürerken bulmuştum.
Çok özlemiştim ve sırf Jeongguk üç yıl önceki meseleri, her şeyin en ince ayrıntısını anlatmak adına birazcık benden zaman istemişti ki ben ufakta olsa mırın kırın etsem bile onu kıramamıştım ayrıca iki gündür beni aramamış hatta herhangi bir mesaj dahi atmamıştı bana.
İçimde her şeyin biteceğine dair oldukça alakasız endişeler baş gösterse bile dayanmaya çalışmıştım.
Bu geceye kadar tabii.
İki gündür beni sevdiğini söylediği kelimelere sığınmıştım lakin artık özlemim daha ağır bastığı için onun kararına saygısızlık yapmış dahi olsam bile kendime hatta kalbime söz geçirip evimde uslu durarak ondan gelecek bir adımı bekleyememiştim. Kızar mıydı? Bilmiyordum açıkçası fakat kızsa bile bana kızdığı için sevinebilirdim. Sonuçta o sinirli halini de bir ben görüyordum ve evet bana bu bile yeterdi şu an.
Beni kovabilirdi, gecenin bir yarısı camını taşladığım için bana vuradabilirdi; Jeongguk kıyamaz diyemezdim ki kafama yediğim kalın kitapları, bardakları olsun baya bu konuda tecrübe sahibiydim ve biliyorum ki ben ne kadar sinirli bir yapıya sahipsem Jeongguk da oldukça benden geri kalır değildi sadece biraz daha bana göre kendini kontrol edebiliyordu.
"Rapunzel,Rapunzel sarkıt o güzel saçlarını..." Hafif çakırkeyifliğim yüzünden harfleri uzata uzata dillendirdiğim mani ve Jeongguk'un evinin duvarına dayadığım ellerimle birlikte hala yüzünden geçmek bilmeyen bana deliymişim! adlı bakışlarında bir farklılık arasam bile o hala bana aynı şekilde bakmaya devam ediyordu.
O, Rapunzel değil miydi?
Şifa niyeti taşıyan uzun parlak sarı saçları belki yoktu ama abisine şifa sayılabilecek kadar etkili bir iliğe sahipti; uzun, bir kapısı bile olmayan kulede yaşamıyordu fakat ailesi ile yaşadığı üç katlı evin çatı katında tek pencereye sahip on dokuz yıl boyunca hapsedildiği bir odası vardı, belki onu saçlarının sihirini kullanacak kötü üvey annesi yoktu ama ondan faydalanıp sonra bir köşeye atacak kadar kirli bir kalbe sahip ebeveynleri vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
backstabber | taekook
Fanfiction'oğlum sen harbiden arkadan bıçaklayansın' tamamlandı.