Legends, 15. bölüm.
İçerisinde bulunduğumuz çeşitli yerleri toz ve örümcek ağlarıyla dolu, buram buram küfle rutubet kokan karanlık odada ışık kaynağımız yalnızca güçsüz bir gaz lambasıyken Jimin'le ben gıcırdayıp duran ve her an yıkılabilecekmiş gibi eski sandalyelere kurulmuş öylece oturuyor, hiç ses çıkarmadan Yoongi'yi izliyorduk. Yoongi'yse neredeyse tavana kadar yükselen dev ve eski bir kitaplığın başına geçmiş dakikalardır bakışlarıyla parmaklarını sıra sıra kitapların üzerinde gezdirerek işimize yarayabilecek bir kaynak bulmaya uğraşıyordu. Simsiyah dövmelerle kaplı bembeyaz elleri ve uzun tırnakları kitapların üstünden geçip gittikçe dudaklarından da belli belirsiz, anlaşılmaz mırıltılar yükseliyor, Yoongi kendi kendine kitapların isimlerini seslendirip onları kendi kafasında eliyordu.
Jimin yüzeyi çıkıntılarla dolu eski masanın yüzeyine yanağını yaslamış, kollarını da kafasının iki yanına gelişigüzel yerleştirmişti, gaz lambasının sıcak renkteki ışığı normalde gri ve metalik mora çalan sarı saçlarına yansıyarak onları turuncuya çaldırıyor ve suratının bir sürü yerine dizilmiş çiçek desenlerini iyice belirgin bir hale getiriyordu. Zaten oldukça küçük ve çekik olan ama şimdi uykusuzluktan iyice kısılmış gözleri odağını Yoongi'den çekip ilgisiz bir biçimde gaz lambasına götürdü, bomboş bakışlarla cılız ışığı izlemeye koyuldu. Eşzamanlı olarak büzdüğü tombul dudaklarını aralamış ve uykulu olduğunu belli eder şekilde boğuk, kısık bir sesle, "Savaşçı mühürlerinin yüzde olması zaten çok nadir görülen bir şey," diye mırıldanmıştı. Yüzüklerle dolu ve tıpkı yüzü gibi çeşitli desenlerle süslü elini ağzının üzerine örtüp hafifçe esnedikten sonra tekrar eski pozisyonunu alıyorken sözlerine, "Bizim grupta iki kişinin yüzünde olması bile mucize gibiydi," diyerek devam etmişti. Oldukça uykulu ve yorgun bir kıkırdama çıkardı. "Şimdi üç olduk."
Yoongi hiçbir farklı tepki vermeden öylece kitapları kurcalamayı sürdürse de ben odağımı ona vererek hafif ilgili bir tonda, "Sahi," demiştim birdenbire. Böylece dalgın sarı gözleri yavaş yavaş bana dönmüş, kapkara göz çevresinin ardından merak içerisinde benim suratıma odaklanmıştı. Sorarcasına, "Sahi?" diye mırıldandığında konuşmayı sürdürdüm, "Sen mührünün neden elmacık kemiğinin üstünde olduğunu hiç söylemedin bana."
Cümlemin yarısından itibaren yavaş yavaş gözlerinin tıpkı göz çevresi gibi karardığına, irislerinin en dıştan içe doğru ince bir kara çizgiyle boyandığına şahit olmuştum. Bu benim de gözlerimi hafifçe, ister istemez tehditkar bir edayla kısmama sebep olurken Jimin'in dudaklarında belli belirsiz, yan bir gülümseme kıvrıldı ve Jimin yattığı yerde hafifçe kıkırdadıktan sonra gözlerimin tam içine alaycıl bir biçimde bakarak, "Sen mührünün neden sırtının tam ortasında olduğunu hiç söyledin mi bize?" diye sordu.
İmalı bir tavır içerisinde sorduğu bu sorusu dudaklarından sakin ve yumuşak ancak bir o kadar da tehlikeli bir ses tonuyla çıkıp kulaklarımıza ulaşır ulaşmaz kaşlarım ani bir hızla çatılmış, kaskatı kesilen çene kemiğimle birlikte omuzlarım da gerilmiş ve kafam kontrolüm dışında aniden sağ omzuma doğru düşmüştü. Aramızdaki göz teması giderek daha gergin bir hal alıyor, ikimiz de öylece ve dik dik birbirimizin gözlerinin içine bakıyorken Yoongi odağını kitaplıktan ayırıp tam arkasına döndü ve ellerini masaya yaslayıp üzerimize doğru eğilerek, "Hey," diye seslendi dikkatimizi çekmek için, başarılı da olmuştu. Simsiyah uzun saçlarının kalın perçemleri yüzünün kenarlarına düşerek kan kırmızısı tehditkar gözlerinin bir kısmını örtüyorken bakışlarını sert ve buz gibi soğuk bir tavırla sıra sıra ikimizin üzerinde gezdirdikten sonra ciddiyet içerisinde, "Çocuklar," diye seslendi uyarır gibi.
YOU ARE READING
Legends
Fanfiction"Sefaletin Tanrıçası Achlys! Size yalvarıyorum, bu sefil elçinizin adağını kabul edin. Bana uğruna kan dökeceğim bir yaşama sebebi verin!" Varlığım da, bu kitap da sana ithaf @nighttrainn