🥂
Aklıma düşen ihtimalle beynimin içinde şimşekler çakmaya, damarlarımda yoğun bir heyecan duygusu yayılmaya başladı. Ellerim titrerken sehpadaki içi boş şırıngaya uzandım. Kırmızı ojeli tırnaklarımı şeffaf yapısının üzerinden geçirirken arkamdan gelen adım sesleriyle elimi hemen kendime çekip oturduğum yerde dikleştim. Bunları ortada bıraktığına göre öğrenmemden de çekinmiyor olmalıydı.
"Ortalık dağılmış, kusura bakma." dedi bayık sesiyle.
Başımı geriye çevirdiğimde dağılmış bir adamla karşılaştım. Gözlerinin içi harita çizgileri gibi kıpkırmızı olmuş, altları morarmıştı. Dudakları da günlerdir susuz gibi kupkuruydu. Kahverengindeki saçları, üç gün öncesine göre daha kısa olmasına rağmen biri dağıtmış gibi değişik duruyordu. Bana doğru bir adım attığında geriye kaçmamak için ellerimi yumruk haline getirip cesaretimi toplamaya çalıştım. Beyaz tişörtü nemli görünüyordu.
"İyi misin?" diye sordum kendime engel olamadan. Gerçi saçma bir soruydu bu. Eğer uyuşturucu kullanıyorsa iyi olma ihtimali sıfırdı.
"Pek sayılmaz." Atik bir hareketle önümde bittiğinde eli bileğime yerleşti. Öyle sıkı kavradı ki gücüne karşı koyamadan ayaklarımın üzerine dikildim. "Gel, yukarı çıkalım." Beni arkasından sürüklemeye başladığında "Kemal, ortalığı temizlet!" diye bağırdı kapıya doğru.
Paldır küldür merdivenleri çıktığımızda önüme kocaman, geniş bir koridor çıktı. İki tarafa doğru ayrılıyor ve sayamadığım kadar kapıya ev sahipliği yapıyordu. Biz sola doğru dönüp tam koridorun sonunda olan kapıya ilerledik.
"On dakika geciktin." dedi kasvetli bir sesle. Daha sonra anlamadığım bir şekilde güldü. "Gerçi adamlarım gecikti, senin suçun yok."
"Yatak odan mı burası?" diye sormamla cevabımı almam uzun sürmedi. Kapı açıldığında ilk bakış açıma giren yuvarlak şeklinde, on kişinin rahat sığabileceği bir yatakla karşılaştım.
"Hem yatak odam, hem çalışma..." İçeri girdiğimizde kapıyı arkamızdan kapatıp arkasındaki kilidi çevirdi. Dışarıdan pek belli olmasa da utançla yerimde sallandım. Tam karşımdaki cam duvardan orman manzarası görünüyordu ve tam önünde yine boyutu oldukça geniş olan bir çalışma masası vardı. Üzerine onlarca kağıt dağılmıştı.
"Sevdin mi?"
"Sevdim." dedim hemencecik. Oysa beyazı gram sevmez, hatta nefret ederdim ama bunu o herifin bilmesine gerek yoktu. Sonuçta sürekli sevmediğim ortamlarda, sevmediğim insanlarla bulunuyordum ve kimse o zamanlarda sevip sevmediğimi sormuyordu. Beyazı veya bir odayı da sevip sevmemem önemsizdi.
Benim tek sevdiğim sanırım oğlumun kırmızı arabalı nevresimi olan küçük, oyuncaklı odasıydı. Orası hayatımın en güzel mekanı, dünya üzerinde gülümseyerek nefes aldığım tek yer olabilirdi.
"İçecek bir şeyler alır mısın?"
"İyi olur." Elini belime yerleştirip beni biraz daha odanın ortasına itti.
"Otur."
Altan, çalışma masasına doğru yürürken ben de yatağın ucuna oturdum. Anlaşılan bu defa geçen seferki gibi yırtamayacaktım. Muhtemelen canı istiyordu ve sabaha kadar onu memnun etmekle görevliydim. Mideme bir kramp girdi. Altan masanın alt bölmesinden bir şişe, iki tane de kristal bardak çıkardı. Bardakların yarısına kadar doldurup bana doğru geldi. Uzanıp diğerine göre daha fazla viskinin bulunduğu bardağı aldım. Gözlerim Altan'dan ayrılmazken "Teşekkür ederim." diye mırıldandım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAĞIMLI
القصة القصيرةTürkiye'nin en varlıklı adamlarından olan Ahmet Seyhanlının biricik oğlu, tek varisi; gönlünü aileye asla kabul ettiremeyeceği bir güzelliğe kaptırmıştı. Kafasına koyduğu kızı elde etmek için her şeyi yapmaya razıyken kendini ummadık bir noktada bul...