11

446 76 89
                                    

Motorun farı olmasa gözün gözü seçemeyeceği yola girdiklerinde Minho belindeki ellerin sıkılaştığını hissetti.

"Burası mı?"

Chan cevap vermedi. Ellerini sıkılaştırmayı kesmiş, kollarını tümden Minho'nun üst bedenine sarmıştı.

"Chan?"

"Minho?"

"İyi misin?"

"Yanmayan sokak lambasının yanındaki kapı." Minho'nun sorusunu es geçti çünkü 'İyiyim.' diyerek yalan söylemek içinden gelmedi.

"Gördüm." Direksiyonu oraya çevirdi küçük olan. Yavaşladıktan sonra inmek için Chan'ın sarılmayı bırakmasını bekledi ama böyle bir şey gerçekleşmeyince elleriyle belindeki ellere uzanıp parmaklarını nazikçe büyüğünün bileklerine sardı. "Hadi." Arkasındaki sonunda hareket ettiğinde Minho gülümsedi.

Motorunu kapattığında far da söndüğü için oluşan karanlığa şaşkınlıkla baktı. Bedenini Chan'a döndürdüğünde omuzları çarpıştı. "Dediğin kadar karanlıkmış."

"Geldin mi?" Karanlık bahçeden gelen sese kafa çevirdi Chan.

"Baba?" Anlık olarak bahçeye yöneldi büyük olan. Bugünlerde babasının kendisini ziyaret edeceğini biliyordu ama bu kadar ani olacağını tahmin etmemişti. Babası muhtemelen anahtarı olmadığı için Chan'ı beklemiş, ışıkları da içeri giremediğinden açmamış olmalıydı.

Minho kaşlarını çattı. Gereksiz bir endişenin içini kaplamaya başladığı aşikardı ve bu kesinlikle hareketlerine de yansıyacaktı, biliyordu. Derin nefesini dışarı bırakarak rahatlamayı denedi.

"Ne zamandır beni bekliyorsun?"

"İki saat anca olmuştur." Chan'ın arkasından gelen çocuğa baktıktan sonra dikkatini yeniden oğluna verdi. "Telefonunu neden açmıyorsun?"

Chan cebinden çıkardığı telefona baktı. "Sessizdeymiş, kusura bakma." Ardından anahtarlarını çıkarıp kapıya yürüdü. "Gel, içeri geç." Emir kipi kullansa da sesi nazikti Chan'ın. Babasıyla hep arkadaş gibi konuşurlardı zaten.

"Arkadaşın gelmiyor mu?"

Chan bahçede dikilen adama baktı. Kendisinin planı babasını içeri alıp Minho'yla tek başına vedalaşmaktı ama ikisini tanıştırmak da güzel olabilirdi. Eve açılan kapıyı anahtarıyla açıp küçüğüne doğru yürüdü.

"Oturmak ister misin biraz?"

"Saat geç oldu. Ben gideyim bence." Chan'ın babasına dönüp saygıyla selam verdi. Büyüğü de kafasıyla onayladıktan sonra babasına seslendi. "Sen içeri geç baba. Minho'yu geçirip gelirim."

Yaşlı sayılacak adam başını sallayıp kapıdan girdiğinde Chan da Minho'nun tam karşısında yerini aldı. Gözleri küçüğünün kemirdiği dudaklarındaydı şimdi. "Gerildin mi?"

"Çok değil."

"Yani biraz gerildin." Gamzeleri hafiften belli olana kadar gülümsedi büyüğü. Zaten dudaklarını azıcık kıvırsa yanaklarındaki çukurlar kendini gösterirdi. Sonra öpesi gelirdi Minho'nun. Hiç yapmamıştı ama yapacaktı, aklının bir köşesinde bulunduruyordu bunu.

"Baban sonuçta Chan."

Büyük olan arkasına dönüp kapıyı ve pencereleri kontrol ettikten sonra ellerini Minho'nun yumuşak yanaklarına koydu. "Aynı şeyi yaşasam ben de gerilirdim sanırım, haklısın." Bunu söylerken aynı anda alnını küçüğünün alnına yaslamıştı.

"Gerilmezsin, merak etme." Dalga geçer gibi küçük bir 'hah' bıraktı ortaya.

"Neden? Çok mu gülen biri?" Minho'nun aralanmış dudaklarına bakarken kıkırdadı Chan.

Let Me In Your OceanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin