Tђє Łเє - 6.Bσℓυм

270 27 3
                                    

Tђє Łє 6.Bσℓυм : Genlerin bedeli -İKİNCİ KISIM-

Dae Sung bana kapıyı açtı. Umutsuzca son bir bakış attım kardeşime ve Seung Hyun'a, sanki bir kereliğine durumu anlamış gibiydi. Dae Sung hiçbir zaman annemle birbirimizi ne kadar nefret ettiğimizi bilmiyordu, aramızda onun bilmemesi gerçeğine karar vermiştik.

Burdaydı, Baek Ji... Sadece 17 yaşındayken beni dünyaya getiren kadın.

Nasıl bir hataydı bu, ne gibi bir aptallık? Bir değil iki tane vardı, ikisine de bakmak gerekirdi! Erkek kardeşim benden sadece dört dakika önce doğmuştu, biz ikizdik. Ancak o buna rağmen kardeşimi benden daha çok sevmişti. Beni hor görmeye ve zamanla bunu da göstermeye başladı.

Neden Daesung değil de ben? Çok iyi bir soruydu bu.

Anne-babamız aynıydı ve aynı kanı taşıyorduk. Benim durumuma karşı annem onu ne reddetti ne de saldırdı.

Lanet olası kapıyı tam kapatırken, bilinçsizce bir gözyaşı süzüldü yanağımdan aşağı.

Annem bana acı çektirebilirdi, o her zaman benim derin duygularımı kullanarak bana işkence çektirendi.

''Sen burda ne arıyorsun?'' diye sordu Baek Ji şaşırarak.

Bowling oynar bir yanım mı vardı? Çatık kaşlarımla ona baktım. Bir zamanlar babama baktığı gibi, umursamaz tavrını takındı.

Sinirle yüzüne karşı ''Benden ne istiyorsun?'' diye sordum yüksek bir sesle.

''Özür dilemek.''

Şaka olmalı!

''Beni dünyaya getirdiğin için mi? Dert etmene hiç gerek yok, seni affettim.'' diye cevap verdim.

''Benden o kadar nefret ediyorsun yani?''

''Sence.''

Bu sözlerim çok zalimceydi biliyorum, onun direk kalbine ulaştığını da hissediyordum.

Annem derin bir nefes aldıktan sonra '' Seni sevmem gerektiği gibi sevmedim, üzgünüm Baek Hee.''

Beni bundan mahrum bırak, lütfen.

''Şimdi cevap vermeni istemiyorum, sadece dinle. O yüz ifadesinide takılma, lütfen. Çok üzgünüm Hee'm benim! Kendime ne kadar kızıyorum bir bilsen.''

Baek Ji yanına çağırdı beni. Yatağının kenarına oturdum.

Çok yavaş bir hareketle elimi aldı, ardından yavaşça dudağına götürüp yine aynı yavaşlıkla öptü. Daha dikkatli bir şekilde yanağımı okşamaya başladı, gözümden kaçan başka bir gözyaşımı silerek.

Bana gülümsedi, o zaman nasıl güzel olduğunu fark ettim. Şimdiye kadar göremediğim bir şeydi bu.

''Nerden başlayacağımı bilemiyorum... Seni yetiştiren adam, Kang Na, gerçek baban değil. Biliyorsun. Finansal nedenlerden dolayı evlendik, daha ondukuzumuzdayken. Kesinlikle sen biliyorsundur ki, o zamanlar sen ve kardeşin iki yıl önce doğmuştunuz. Ben-'' cümlesini bitirmedi.

Sonra devam etmeye karar verdi, ''Doğumunuzdan önce, bir adamla tanıştım, Ji Wang. Aynı sınıftaydık. Ona deli gibi aşıktım, onunda bana aynı şekilde aşık olduğunu sanarak. Ona hamile olduğumu söylediğimde, ortalıktan tamamen yok oldu. Sizi gizlice dünyaya getirdim, hemende sevdim. Bir kaç ay sonra, maddi durumum çok kötüleşmeye başladı. Daha önce mankendim, senin gibi. Bu yüzden babamın bir arkadaşına ulaştım, sizi büyüten adamla tanıştım, Kang Na.''

Kısa bir tebessümün ardından devam etti, ''O kadar iyiydi ki, bir o kadarda dikkatli. Ji Wang kadar sevmedim, ama hayranlık duydum. Sonra, işleri yoğunlaşmaya başladı, bense yavaş yavaş batmaktaydım. Ona bir çocuk yapmayı reddettim, onun en çok istediği şeydi. Ama ondan da bir tane istemiyordum. Aşağılıkça biliyorum. O zaman bunu bana ödetmek istedi, size kral muamelesi yapıp, beni yaşama nedenimden yavaş yavaş uzaklaştırdı. Hayatımı başaramadığımı hissettim, ve Ji Wang... onun varlığını aradım. Çok mutsuzdum. Şimdi bunların seninle ne alakası olduğunu soruyorsundur? Çünkü sanırım bana biraz benziyordun, hatta fazlasıyla benziyordun. Kardeşin ise Ji Wang'ın tüm benzerliklerini taşıyordu. Güzel ve yakışıklı. Mutlu olduğu zamanki gülücükleri. Onu çok yakışıklı buluyordum. Sen benim aynımdın, gözler, saçlar... Ve o en içten gülücüğün. Büyüdükçe, Kang Na seni daha fazla sevmeye başladı, ve bana hiç bakmamaya. Sen bendin, yerimi çalmıştın, beni geçmiştin. Tanrım, seni sevmekten ziyade daha çok nefret etmiştim.''

Bakışlarımı ilk sözlerinden itibaren indirmiştim. Sanki utanırmış gibi, onun yüzüne bakamıyordum. Ebeveynlerim sadece benim mutluğumu isterken, ben her zaman onlara karşı korkunç bir nefret beslemiştim.

''Sana yaptığım kötülükleri unut. İyi biri ol Baek Hee! Bir kalbin olmadığı düşüncesini de durdur artık. Bir tane var, hemde altından, ne kadar değerli olduğunu göreceksin. Sadece gösterme isteğin yeterli.''

Yalancı!

Benim bir kalbim yoktu, ve hiç olmayacaktı. Böylesi daha iyi. Bir kalbim olsaydı, bir ruhum veya bir vicdanım, vücudumdaki tüm gözyaşlarım ağlardı şu an. Bunun yerine, acımı hafifletmek için, Baek Ji'nin elini iyice sıktım. Bir süre sonra, elini bırakıp yerimden kalktım.

Hafifçe beni tuttu ve kendine doğru çekti, ona doğru eğilmem için.

Ve kulağıma şunları fısıldadı, ''Baek Hee, güzelsin.''

Elimi okşayıp bana son bir kez gülümsedi, ardından elektrokardiyogram odada yankılandı. Kalbi durmuştu. Onun zavallı, hasta, yaralı kalbi.

Dae Sung, tıbbi ekiple beraber odaya girdi. Yatağın diğer yanına geçip başını annemin karnına yasladı, bir çocuk gibi. Bense başımı ellerimin arasına alıp bir gözyaşı kaçırdım, sonra iki tane...

İkizime, bu sefil odayı terk etmesine yardım ediyordum. Beyaz zeminli koridarda bir banka oturduk.

Cenaze yüksek sesle ilan edilmişti, ve saatler boyunca Dae'nin ağzından sadece şu iki kelime çıktı: « Annem öldü.»

Tσ вє ¢σитιиυє∂...

Tђє ŁเєHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin