duzyazidan sıkilmis olabilirsiniz ama gerekliydi
iyi okumalaryoongi
saatler geçmişti mesajlaşmamızın üzerinden. bir saat sonra gelirim desede gelmemişti. bende bir daha mesaj atmamış, aramamıştım onu. kızmıştı bana daha da kötüsü kırılmıştı. haklıydı da. o an ne oldu bilmiyorum ama hiç olmayacak bir şeyi yazıp jungkooka göndermiş gönderdiğim gibide farkına varmıştım ama her şey için çok geçti.
camın önünde duran koltuğa oturmuştum. gözlerim yolda ellerim karnımın üzerindeydi. sıkıntıyla ofluyor aradada sakinleşmem gerektiğini kendime hatırlatıyordum.
işi uzamış olmalıydı. yoksa kesin erkenden gelir beni yalnız bırakmazdı. gerçi yalnızda sayılmazdım. bebeğim ve kapıda altı koruma, yedi yirmi dört nöbet hâlinde duruyor her saat başı jungkook'a durum rapor ediyorlardı. buna benim bahçeye çıkmamda dahildi. evin dışına tek başıma çıkamamda zaten imkansızdı. ne kadar sıkılıyor olsamda buna mecbur olduğumu biliyordum. dışarıya çıkmak büyük bir riskti ve ben bunu asla göze alamazdım.
"neden gelmiyor... çok mu kızdı acaba bana, hım?" hafif çıkık karnıma bakıp konuşurken aynı zamanda karnımı okşuyordum. "gönlünü almamda bana yardımcı olmalısın, kızım" iç çekerken tekrar camdan dışarıya bakmaya devam etmiştim. "tabii önce babanın gelmesi gerekiyor..."
bekledim. onu o koltuğun üzerinde saymayı bıraktığım saatlerce bekledim. arada sırtım ağrıdığı için koltuğa uzandım, bazen açık televizyondaki programa daldı gözlerim. karanlık çöktü. odayı aydınlatan sadece televizyonun ışığı ve çok az içeriye vuran sokak lambasıydı. gözlerim bu ışıklar altında ağırlaştı. jungkook'u çok bekledim ben. gelmedi. arayıp soramadım hiç. onu rahatsız etmemi istemediğini düşünüyordum. benimle konuşmak ona zor gelirdi şimdi. o da bir haber vermedi bana. uyuya kaldım endişe ve korkularım arasında.
_
birkaç saat -belkide gün doğmuştu- hasretini çektiğim kokusunu duyuyordum. kalp atışları kulağımın dibindeyken sıcaklığını hissedebiliyordum. ben jungkook'un kolları arasında ait olduğum yerdeydim.
gözlerimi o an açamadım. dudaklarını uzunca alnımın üzerine bastırdı. merdivenlerden çıkıyordu. odamıza gidiyor olmalıydık.
sırtım yatakla buluştuğunda jungkook üzerime eğilmiş nefesini yüzümde hissetmiştim. alnıma düşen saçlarımı ufak bir dokunuşla geri itmişti. gözlerimi zorla açarken birkaç saniye görüşümün netleşmesini beklemiştim.
"uyumaya devam et bebeğim." hâlâ sevgi doluydu. kırgınlığına rağmen beni her zamanki gibi ilgiyle sevmeye devam ediyordu. kafamı iki yana sallayıp gözlerimi ovuşturmuştum.
"saat kaç?"
"en son iki'ye geliyordu"
iki mi? bu saate kadar evimize gelmemiş miydi gerçekten? çok mu işi vardı? "çok geç kaldığımı biliyorum ama bu haftaki işleri halletmeye çalıştım." anlamışça kafamı sallamıştım sadece. jungkook geri çekilip dolaba doğru ilerlediğinde doğrulmuş yatağın başlığına yaslanıp onu izlemeye devam etmiştim. "bu hafta bir yere mi gideceksin?" gömleğinin düğmelerini açarken bir anlığına bana bakmış, göz göze gelmiştik. "galiba gideceğim."
kalbim ağrımıştı. organlarımda benim gibi aptaldı. işi olduğu için gitmesi çok normaldi. buna üzülemezdim.
bir şey söylememiştim. jungkook üzerindekileri çıkarıp pijamalarını giydiğinde yatağımıza gelmiş kendi tarafına uzanmıştı. "ilaçlarını aldın dimi?"