Agnes ihtişamla aynanın karşısında durdu ve üzerindeki siyah elbiseyi inceledi. Siyah elbise kıvrımlı bedenini yeni bir deri gibi sarmıştı; vücudunun bir uzvundan farksız duruyordu.
Bu hali kendisine yabancıydı ama hoşuna gittiğini inkar edemezdi. Ama şuan burada olmasında annesinin payı büyüktü. Öfkeyle kaşlarını çattı annesiyle ilgili düşünceler zihnine dolarken. Annesine kızgındı, hem de bir hayli. Babasını kaybettiğinde Agnes 7 yaşındaydı ve o zamanları hayal meyal hatırlıyordu. Ama yokluğunu o zamanda bu yana hala hissediyordu. İçinde bir yerde onu hala özlüyordu ve bu hissin hiçbir zaman yok olmayacağını biliyordu. Sahi babasının yerini kim doldurabilirdi ki?
Babasının vefatından 2 yıl sonra da annesi başka bir adamla evlenmiş, hemencecik unutmuştu sanki babasını. O zamanlar yaşının küçük olmasından dolayı annesine kırılmıştı. Ama şuan bir nebze anlayabiliyordu; 30'lu yaşlardaki bir kadın için bekar olmak zor olurdu.
Agnes ise sonbaharda küçük bir esinti ile oradan oraya sürüklenen kuru yapraklardan farksız gelmişti bu zamanlara. Gözlerinden süzülen gözyaşını yavaşça sildi.
Annesine öfkesi bu yüzden değildi, hayır. Çoktan affetmişti o konuda. Şimdi ağlayıp bu zırvalarla uğraşmak ve makyajını mahvetmek istemiyordu.
Masanın üzerindeki, kocaman, ışıl ışıl bir taşı olan, fiyatını tahmin bile edemediği kolyeyi zarif hareketlerle boynuna taktı ve ağır adımlarla podyumun girişine doğru yürüdü.
Ünlü bir takı firmasının CEO'su bu akşam burada olacaktı. Bu yüzden bu yürüyüşü büyük bir önem taşıyordu.
Kendinden emin adımlarla müzik ve ışıklandırmanın eşliğinde kırmızı halının üzerinde yürümeye başladı. Herkesin bakışlarının boynundaki kolyede olduğun biliyordu. Diğer takılardan bağımsız herkes asıl bu kolye için buraya toplanmıştı.
Kırmızı halıdaki turunu tamamlayıp kulise geçti. Yürüyüşü boyunca nefesini tutmuştu. Derince nefesini verip kısa bir süreliğine gözlerini kapatıp açtı. Kalp atışları normale dönmüştü.
İhtişamlı kolyenin zincirini açtı, boynundan kaydırıp avucunun içine aldı. Bir kolyeye milyonlar ödeyen bir insanın yaptığı akıl kârı değildi ona göre. Ama bu kolyenin reklamını yaparmış gibi mankenliğini yapmak Agnes'ın değil, annesinin seçimiydi.
Babası vefat etmeden önce, ona doktor olacağına dair söz vermişti çocuk aklıyla. Ancak annesi ve onun saçma sapan arkadaşları sayesinde önce bir firmanın yüz güzeli, şimdi de başka bir firmanın mankeni olmuştu.
Kolyeyi yavaşça makyaj masasının üzerine bıraktı ve giyinme odasına geçti. Benimsediği elbiseyi çıkardı, kendi kıyafetlerini giydi ve geri makyaj masasının önüne geçti. Kolyeyi bıraktığı yerde göremediğinde gözleri telaşla etrafı kolaçan etti. Masanın üzerinde duran bir kaç kutuyu açıp alelacele içlerine bakmaya başladı. Nereye bıraktığını çok iyi hatırlamasına rağmen umutsuzca etrafı arıyordu. Her açtığı kutuyla birlikte kolyeyi göremiyor ve telaşı artıyordu.
Durdu ve yavaşça arkasındaki koltuğa oturdu. Hareketlerinin yavaşlığının sebebi zihnindeki gürültüydü.
Kendini mantıklı düşünmeye zorladı. Ya gidip etrafı soruşturup kolyeyi arayacaktı ki bulamadığında neler olacağını biliyordu. Çalınmış mıydı kolye? Büyük ihtimalle. İnsanları nasıl inandırabileceğini bilmiyordu. İnansalar da sorumlusu o değil miydi sanki. Her türlü başı derde girecekti.
Ya da...
İkinci seçeneğin daha kolay gelmesinden olacak ki telaşla çantasını alıp hızlı adımlarla kulisin çıkışına doğru yürüdü. Yaptığı doğru ya da yanlıştı, bilmiyordu. Panik haliyle üzerinde fazla düşünmemişti ve hızla olay yerinden uzaklaşmak istedi. Çözümün bu olmadığını bile bile ayakları sızlayana kadar koştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Thief of Love
FantasyGözlerini bana çevirirken telaşla omzuna uzandım. Bileğimden tutarken yakınlığımız yutkunmama sebep olmuştu. Ateşin loş ışığı Abel'ın yüzünü aydınlatırken kusursuz gözüküyordu. "Acımıyor mu?" dedim. "Çok acıyor." Diye fısıldadı. Gerçekten de yüzünde...