Motorun yavaşlamasını hissederek gözlerimi araladım. Ne kadar süredir yoldaydık bilmiyordum ama biraz daha uzun sürseydi uykuya dalabilirdim.
Karşımdaki küçük ve mütevazı olan iki katlı dağ evini inceledim. Ahşap kaplaması bu minik eve sıcacık bir görüntü katmıştı. Bir an erkek arkadaşımla minik bir tatil için geldiğimizin hayaline kapıldım. Öyle olsa her şey ne kadar da güzel olurdu.
Motorun durmasıyla seri bir şekilde motordan indim. Ayaklarım uyuşmuştu. Başımdaki ağır kaskı çıkarttım ve birbirine girmiş olan saçlarımı düzelttim ve başımı tekrar eve çevirdim.
Önümden seri adımlarla geçen yabancının siyah deri ceketine diktim gözlerimi. Baktığımı hissetmiş olmalı ki durdu ve bana döndü. ''Gelmeyi düşünmüyor musun?'' Kaşları havaya kalktı ve meraklı gözlerle bana baktı. Gerçekten ona güvendiğimi düşünmüyordu değil mi. Çünkü böylesi komik olurdu.
''Anlaşmanın üstüme düşen kısmını söyle. Yapıp gideceğim.''
''Henüz hazır değil. Zaten gidecek yerin de yok, her yer ormanlık alan ve en yakın yerleşke bir saat uzaklıkta, arabayla.'' Etrafındaki ağaçlarda gözleri gezindi. ''Şuanda her türlü tek seçenek benim senin için.''
Gözlerimi korkutmaya çalışıyordu. Ama ben bir an önce bu konuşmayı bitirip kendime bir plan yapmak istiyordum. ''Anlaşmanın üstüne düşen kısmını söylemeyeceksen gidiyorum. Başımın çaresine bakarım.''
Omuzlarını silkti. ''Ben seni bulmak istediğimde bulurum.'' Kollarını iki yana açtı. ''Özgürsün.''
Tahminimce 2 saattir yürüyordum ve gördüğüm şeyler aynıydı; ağaçlar, toprak zemin ve birkaç sincap. Ufukta dahi medeniyete dair bir şey görünmüyordu. Güneş yavaştan batıyordu ve gökyüzünü kızıla boyamıştı gideceğinin haberini verircesine.
Pes ettim ve sırtımı bir ağacın gövdesine dayadım. Ayaklarım yavaşça kaydı ve yere oturdum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. O eve tekrar dönmek istemiyordum. Bu çok gurursuzca olurdu. Mantıklı bile değildi ki hem. Onun yerine burada kurtlara yem olurum daha iyi, diye geçirdim içimden.
Karnımın gurultusu düşüncelerimi susturdu. Kimi kandırıyordum; hava soğumaya başlamıştı ve geceyi bir ağacın gövdesine yaslanmış şekilde geçiremezdim.
Kendimle verdiğim kavganın sonunda kalktım ve geldiğim yolu geri yürümeye başladım.
''Umarım kaybolmam.'' Aldığım cevap sessizlikti.
Kaybolmamıştım. Evin ahşap merdivenlerini çıkarken buna üzüldüğümü fark ettim. Çünkü kapıyı çalmak için cesaretim yoktu ve öylesi daha kolay olurdu. Derin bir nefes aldım ve elimi yumruk yapıp kapıya vurdum. Uyumamış olmasını diliyordum. Birkaç dakikalık bir bekleyişin ardından kapı açıldı. Karşısında beni gördüğüne şaşırmamıştı bile. Zaten geleceğimi biliyordu. Ama yüzünde saklamaya çalıştığı zafer gülümsemesi gözlerimden kaçmamıştı. Kapının önünden çekildi ve hiçbir şey demeden yabancı olduğum eve adımımı attım. Denecek bir şey de yoktu gerçi; her şey ortadaydı.
Montumu çıkarttım ve kucağına bıraktım. Çekinmeden oturma odasına girdim. Etrafı kısa bir an gözlemledikten sonra gözlerim yanan şöminenin aleviyle buluştu. Hızlı adımlarla yanına geldim ve ısınmak için oturdum. Saatlerdir yürüyor oluşumdan isyan eden ayak tabanlarım sızlıyordu.
Arkamdan yabancı geldi ve bir fincan uzattı. Ellerimin arasına aldım ve kahvenin kokusunu içime çektim. Huzur dolmuştu içim ortamın sıcaklığıyla birlikte.
Gözlerimi ateşten ayırmadan sordum, ''Adın ne?''
''Abel.'' Daha fazla konuşmadık ve ikimizde ateşi seyredaldık. Birkaç dakika sonra kalktı ve elinde yastık ve yorganla geri döndü. Koltuğun üzerine bıraktıktan sonra anlık gözlerime baktı ve bir şey demeden tekrar gitti. Sorgulamadım. Zaten gün boyu düşünmekten zihnim yorulmuştu, biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı.
Hiçte rahat olmayan koltuğa uzandım ve yorganı üstüme çektim. Yarının bugünden daha zor olmamasını dileyerek uykuya dalmak isteyen vücudumu serbest bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Thief of Love
FantasyGözlerini bana çevirirken telaşla omzuna uzandım. Bileğimden tutarken yakınlığımız yutkunmama sebep olmuştu. Ateşin loş ışığı Abel'ın yüzünü aydınlatırken kusursuz gözüküyordu. "Acımıyor mu?" dedim. "Çok acıyor." Diye fısıldadı. Gerçekten de yüzünde...