1

1K 14 7
                                    

Foto AYAZ

AYAZ'IN AGZINDAN~

Zaman, herkese bir şekilde gülümsüyor gibiydi sanki...
Hani neredeydi bana gülümseyen kısım? 

Ruhum bedenime sığamıyor, hangi yoldan nasıl ve hangi adımlarla yürüyeceğimi bilemiyordum.

Zihnim büyük bir girdabın içinde kaybolmuş gibiydi.

Adımlarım nereye gideceklerini bilmeden hiç durmadan yürüyordu adeta. Karmaşanın içinde kaybolmuş çaresizliğe adım atarcasına.

Yağmur  bir anda bastırırken, içimdeki sıkıntıyı da  akıtarak toprağa bırakıyordu.

İçim ne zaman kötü olsa yağardı yağmur üzerime...

Gökyüzüne yüzümü kaldırdım, iğne misali akan yağmurun şiddetiyle her bir damla yüzüme işlerken gözlerimin içine akan tanelerin acısıyla kısmıştım. Minik bir damlayla  acıyan canımın refleksi korumasıyla kendimi en son ne zaman acıdan uzak tuttuğunu sorgulatmıştı.

Bedenimin uzak durduğu acı, ruhumda aynı şekilde durmuyordu.

Yüzümü silip eğerken ileride yağmurdan ıslanan eşyaları zorlukla taşıyan yaşlı adama baka kalmıştım. Çabası, çaresizliği, acelesi...

Adımlarımı ona doğru yöneltip hiç düşünmeden ellerimin eşyalara uzanmasıyla yardım etmeye başlamıştım. Sessiz ve içimdeki sesimle konuşurken. 

"Evlat, çok teşekkür ederim."

Başımı rica ederek eğerken eşyaları içeriye almaya başlamıştım. Tahtalar su almaya başlamıştı, tüm eşyaları içeriye alıp nefesimi dizginlerken gözlerime minnetle bakan adamı inceliyordum.

"Seni Allah yolladı oğlum."

"Estağfurullah efendim, yoldan geçiyordum sadece."

"Olur mu öyle şey, bir çay vereyim sana." 

"Teşekkür ederim, ben gideyim-"

"Olmaz oğul, hem yağmurda arttı."

Kapıdaki yağmur artık bardaktan boşalırcasına akıyordu. Kafamı sallayıp ceketimi çıkarmıştım. içimdeki atletime varana kadar nasıl ıslana bilmiştim.

"Genç, kıyafetlerini değiştirmek ister misin?"

"Teşekkür ederim çay kafi."

Elime verdiği çayı büyük avuç içlerime alırken etrafı incelemeye başlamıştım.

"Adın nedir, okuyor musun?"

"Ayaz Bektaş, birkaç saat önce Coğrafya Bölümü 3. sınıftım,"

kaşlarını anlamsızca kaldıran adam şaşkınlıkla bana bakıyordu.

"Bursum kesildi, benim okul özel parası olmayanı kapı dışarı ediyorlar. Yurttan da atıldım, memlekete dönerim büyük ihtimal."

Kafasını anlarcasına sallarken derince beni süzüyordu. İçimdeki ses nasıl oldu da dile gelmişti.

"Bak evlat, ben Cavit usta 70 yaşına bu tahtalarla merdiven dayadım. Marangozluk basit bir iş değil. Baktığında ne anlatmak istediklerini, hangi şekli gireceklerini sana söylüyorlar.

Gözlerim proje kağıtlarına, kayarken boğazını temizlemesiyle sözüne devam etti.

"Velhasıl Ayaz oğlum, sen bugün bana yardım ederek bu ağaçların sesini duydun."

Anlamadığımı anlamıştı ki gülerek omzumu sıktı.

"Okula geri döner misin bilmem ama artık bir işin var evlat."

"Çok teşekkür ederim Cavit usta ama benim bu işe her sabah gelmem için bir eve ihtiyacım var-"

"Arka kısımda yatak var çok afilli değil ama seni idare eder-"

"Çok teşekkür ederim ama bu kadar zahmete-"

Sözümü kesip susturmuştu. Şaşkındım, fazlasıyla şaşkın, kaydımın dondurulması, bilmediğim yoldan yürümem, tanımadığım bir adamın bana böyle güzel davranması.

'Annemin umudunu kaybetme evladım, bir kapı kapanırsa bir kapı açılır cümlesi dokunmuştu kalbime.'

"Hatta bugün başla işe, arkada kıyafetler var ilk işin kıyafetini değiştirmek olsun."

Elimdeki çay bardağını masaya koyarken fazlasıyla ciddi olduğunu anlamıştım. Kalktım,

"Ver elini öpeyim ustam."

Bir hızla tuttuğum eli öpüp alnıma götürmüştüm.
Omzumu tutup sıvazladı,

"Haydi daha çok işimiz var."

Gösterdiği tarafa geçip gerçektende dolaptaki kıyafetleri bulup giymiştim.
İçim garip bir kargaşanın huzurunu bulmuş gibiydi.

Yanına gittim,

"Bak bunlar yeni gelen siparişler. Her biri özenle ve incelikle çizilmiş, tasarlanmış, dile gelmiş."

Eline tahtayı alıp, ellerini üzerinde gezdirdi.

"Dokun, hangi ağacın, hangi dili konuştuğunu duy."

Zemin o kadar yumuşakti ki anlaya bilecek miydim dilini.

"Bak bu alet çok keskin motoru çalıştırmadığın sürece sıkıntı yok, hızını ayarlamalar burdan."

Devasa bıçağın keskin demirlerinde gezinmişti parmaklarım.

"Bu da başka bir motor-"

Kapalı kapının gürültüyle çalınmasıyla ikimizde kapıya doğru bakmıştık.

"Ayaz oğlum, kapıya bakar mısın."

Bir hızla kapıya koşup, açmıştım.
Yağmur Hâlâ şiddetiyle devam ederken önümde ıslanan iki çift boncuk göze bakıyordum.
Arkasından yayılan sert toprak kokusuyla bedenim sarsılmıştı.

PETRİCHOR...

"U-u-ustam Burda mı?"

Soğuktan titriyordu, dakikalarca yüzünü incelerken usta yanıma gelmişti.

"Öykü, kızım girsene içeriye"

Ustaya saniyelik baktıktan sonra kenara çekilip içeri girmesini sağlamıştım.

Kafasıyla selam verip ilerlemişti.

"U-ustam be-ben pro- pro- projemi çi- çi- çizdim."

"Senin bu yağmurda ne işin var?"

Kafa sallayıp elindeki çizimleri titreyerek uzatıyordu.

"Öykü, arkadaki kıyafetleri giy gel."

Sözünü irdelemeden benim gittiğim tarafa doğru ıslaklığını yerlere akıtarak yürümeye başlamıştı...

Garip bir yerdi burası.
Garip bir yüreği vardı ustanın...

🖤🖤🖤🖤
HERKESE MERHABA UZUN ZAMANDAN SONRA SİZLERLEYİM.
UMARIM SİZLER İYİSİNİZDİR...
BEN İYİYİM...
YENİ BİR KURGUYLA SİZLERLEYİM.

KİTABIMDA ÖNEMLİ BİR YERE DEĞİNMEK İSTİYORUM.

BENİM İÇİN DEĞERLİ..
BU KURGUNUN TEMELİ MÖSYÖ'M TARAFINDAN BANA AKTARILMIŞTIR.

HAYALLERİNİ KİTAP YAPIYORUM.
HAYALLERİNİ HAYALLERİME AKTARIM VEREN MÖSYÖM...
UMARIM GÜZEL VAKİT GEÇİRİRSİN...

KALEMİME MÜREKKEP OLDUĞUN İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM...

EN SEVDİĞİN SOĞUK KAHVENİ, PARMAKLARININ ARASINA AL VE SATIRLARIMI EN İÇTEN ŞEKİLDE OKUMAN DİLEĞİYLE...

AYAZ VE ÖYKÜ...
ARTIK YENİ YUVAM SİZLERSİNİZ...
🖤🖤🖤

PETRİCHOR Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin