Klaus Mikaelson:
Yürüdüğün bu sokaklar, bu cadde, üzerindeki kıyafetler, hiçbirini yanındaki adam kadar benimseyemiyordun. Uzun süredir yeri izleyen gözlerini kaldırıp sessizce yanında yürüyen adama baktın.
Adı neydi? Klaus Mikaelson. Kimdi bu Klaus Mikaelson? Mesleği neydi? Nereliydi? Kaç yaşındaydı?
Hiçbir şey bilmiyordun. Bu adam kim bilmiyordun. Onu tanıyordun ama kim olduğunu bilmiyordun. Birisine karşı ilk defa bu denli sıcaklık hissediyordun.
Belki aranızdaki çekim sadece senin kafanda kurduğun basit bi etkilenmeden ibaretti. Bekli de bu adamın tek amacı seni sikip bir köşeye atmaktı. Amacı bu olsaydı şu anda yanında yürüyor olmazdı. Bunu biliyordun ama kafan o kadar karışıktı ki yanlışla doğruyu ayırmakta zorluk çekiyordun. Ne olursa olsun varlığı sana huzur veriyordu. Bu onunla vakit geçirmen için yeterli bir sebepti.
"Şu anda nerde olmak isterdin?" Sessizliği bozan kişi o oldu. Tüm ciddiyetiyle gözlerinin içine bakarak sormuştu bu soruyu.
"Kimsenin olmadığı bir kumsalda sessizce oturup dalgaları dinliyor olmak isterdim galiba." Dedin çok düşünmeden. New Orleans'ta yaşamıyor olsaydın yaşamayı tercih edeceğin ilk yer bir deniz kenarı olurdu. Her geçen gün, yalnızlığa, sessizliğin içindeki dalga seslerine, karanlığa karşı bir özlem duyduğunu hissediyordun.
"Bana güveniyor musun Y/N?" Tereddüt etmeden kafanı salladın. Ona güveniyordun. Yavaşça sama yaklaştı. Gözlerinin içine daha önce bakmadığı bir duyguyla baktı. Ne olduğunu çözememiştin. Kalp atışlarının hızlandığını hissettin. Ağzını araladı ve bir şeyler fısıldadı. "Korkma."
Hızlanan kalbinin yavaşladığını, içindeki tereddütlerin silindiğini hissettin. Nasıl olmuştu bu? Nasıl yapmıştı bunu?
"Büyücü müsün?" Şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemeyerek ağzına gelen ilk şeyi söyledin. Güldü. Sorun hoşuna gitmişe benziyordu.
"Güven bana." Elini uzattı. Tuttun. "Gözlerini kapat." Dedi yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeyerek. Dediğini yaptın. Uzattığın elinden seni kendine çekip kolunu sıkıca beline doladı.
Birkaç saniyeliğine de olsa sanki uçuyormuş gibi hissettin. Sanki etraftaki herkesten, her şeyden ötedeydin gibi gelmişti.
Belindeki elin uzaklaştığını hissettiğinde gözlerini açtın. Karşında değildi.
Kulaklarına dolan dalga sesleri nerede olduğunu farketmeni sağladı. Etrafına baktın. Bir sahildeydin. Tek başınaydın. Ayaklarına kadar uzanan denizle baş başaydın.
Gariptir ki bu durum seni hiç korkutmuyordu. Klaus yanında değildi ama onun yokluğu bile seni korkutmuyordu. Nasıl buraya geldiğini bilmiyordun. Klaus'un nerde olduğunu bilmiyordun. Bu bir rüya bile olabilirdi ama bu senin umrunda bile değildi.
Rahatlamış hissediyordun. Dalga sesleri kulaklarını dolduruyordu. Acının yavaşça bedeninden uçup gittiğini fark ettin. Huzurluydun.
Klaus ise seni izliyordu. Sen onu göremiyordun ama o seni izliyordu. Yaşadıkları her şeyi unutan sevgilisine verebileceği en güzel hediye buydu. Daha önce yaptığı hatayı yapmak istemiyordu ama elinde değildi. Seninle olmak istiyordu. Bu seni tekrar öldürmek olsa da seninle olmak istiyordu. Gözünden düşen tek damla göz yaşını saklama gereği duymadı. Bencil kalbine yenik düşmek üzereydi ve o bile kendisini durduramıyordu.
"I need to let you go."
————
Arkadaşlar şarhoş gibiyim. Nasıl yazdığımı hiç bilmiyorum umarım çok saçmalamamışımdır. Hep dediğim gibi en sevdiğim kurgum bu çünkü içinde bana huzur veren bir şeyler var. Umarım sizlerde böyle hissediyorsunuz. Okuduğunuz için teşekkür ederim. İyi geceler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
•multifandom, imagine•
FanfictionSıkıldıkça yazdığım küçük küçük hikayelerden oluşmaktadır. Ben yazarken çok eğleniyorum, umarım sizde okurken eğlenirsiniz. İyi okumalar <3