-The Lakes-

214 35 39
                                    

Sunghoon;

Koridorlarda konuşup, gülüşerek ilerleyen yüzlerce öğrenci ama hiçbiri benim aradığım yüz değil. Okulun kapısından çıktığım zaman tüm gün boyunca bir şey yememiş olmam gerçeği karnımın ağrısı ile beraber gün yüzüne çıkmıştı. Karnımı güzelce doyurabileceğim bir yer biliyordum ve adımlarımı o yöne doğru çevirmiştim çoktan. Kulaklıklarımı takıp şarkı ile uyumlu adımlarla ilerlemeye başlamıştım.

°•Is it romantic how all my elegies eulogize me?~

I'm not cut out for all these cynical clones
These hunters with cell phones~

Take me to the lakes where all the poets went to die~

I don't belong, and my beloved, neither do you~

Those Windermere peaks look like a perfect place to cry~

I'm setting off, but not without my muse~

What should be over burrowed under my skin~

In heart-stopping waves of hurt~

I've come too far to watch some namedropping sleaze~

Tell me what are my words worth~•°

The Lakes-Taylor Swift

Kafenin önüne geldiğim an müziğin büyüleyici etkisinden çıkıyor ve boş bir masaya yerleşiyorum. Aradan çok zaman geçmeden yanıma yaklaşan garson ile kafamı hafifçe kaldırıyor ve tanıdık yüz ile en içten ve güzel gülümsememi ediniyorum. Kim Sunoo. Kendisi karşımda şaşkın şaşkın bana bakarken bende sanki geçen gün depoda dudaklarıma yapışan o değilmiş gibi ona sarılmaya bile çekiniyordum.

Sun; Sunbae, senin burada ne işin var?

Yorgunluktan kızarmış göz altları ve soğuktan pembeleşmiş yanakları ile gözüme olduğundan fazla şirin gözüken Sunoo'ya bakıp sırıtmama engel olamadan lafa girdim.

Hoon; Seni görmeye geldim Sunoo-shi.

Şaşkınlıkla aralanan ağzı ve büyüyen gözleri...fazla güzel, etkileyici, çekici, baş döndürücü.

Sun; Benim burda çalıştığımı bilmiyordun ki bunu sana söylememiştim.

Hoon; Bana ne yememi tavsiye edersin peki gün ışığı?

İltifatlarımın hoşuna gittiğini belli eden o güzel tebessümü yavaş yavaş kızaran yanakları. O öpülesi güzel yanakları.

Sun; Bence tiramisu ve caramel latte güzel bir ikili sunbae...ama sen karar ver.

Hoon; Sanki geçen gün beni öpen sen değilmişsin gibi resmi konuşman yokmu birde...

İç çeker şekilde kısık sesle söylediğim cümle ile utanmış ve hızlıca eliyle ağzımı kapamaya çalışmıştı. Onun bu başarısız denemesine gülmeye başlamamla o da o güzel kahkahasını sunmuştu bana. Siparişlerimin o bana ne getirmek istiyorsa onlar olduğunu söylemiş ardından da Sunoo'nun yiyeceklerim ile geri dönmesini beklemeye başlamıştım.

~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~

Tezgahın arkasından elinde bir tepsi ile çıkıp benim oturduğum masaya doğru ilerleyen beden göründüğün de kafe çoktan boşalmış ve tek tük insan kalmıştı içeride. Akşam güneşi kafenin geniş pencerelerinden içeri yansırken önüme konan bir tabak ve bir fincan ile ayrılmıştım ortamın büyüsünden. Bir yandan sipariş ettiğim yiyecekleri yerken bir yandan da hâlâ servis yapan Sunoo'yu izliyordum. Önünde ki önlüğü çıkartıp alnında ki terleri silmesiyle çalışma saatlerinin sona erdiğini anlamış olmuştum.

Sun; Gidelim mi sunbae?

Hoon; Bırak şu resmiyeti Sunoo.

Sun; Nasıl istersen Sunghoon-shi.

Resmiyeti bırakması ile değişen cilveli ses tonu bana Sunoo'nun görmediğim bir sürü tarafı olduğunu kanıtlamıştı.

~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~~♡~

Kafeden çıkıp Kore'de günü bitiren insanlarla beraber, batan güneşin eşliğinde ilerliyorduk. Elimde Sunoo'nun ikimiz için hazırladığı akşam yemeklerinin poşeti ve okul çantam, yanımda ise her zaman ki güzelliğiyle beni büyüleyen Kim Sunoo vardı. Gün batımı bütün güzel renklerini dünyaya yansıtıyorken Sunoo bir anda elimden tutmuş ve konuşmaya başlamıştı.

Sun; Baksana, güneş ne kadar da güzel...aslına bakarsan güneşle ilgili en hayran kaldığım şey şu...bu kadar kötülüğe ve ihanete rağmen karanlığa gömülü bu dünyayı yinede aydınlatmaya devam ediyor. Bir gün doğmasa bütün kötüleri tir tir titretebilir aslında ama iyilerin korkmasını istemediği için bunu yapmıyor.

Hoon; Canlıymış gibi konuştun...

Sun; Neden olmasın ki? Belki de öyledir...

Sessiz bir şekilde hafif aydınlık sokağı izleyen Sunoo'nun yüzünde ki her bir noktayı inceliyordum. Mükemmelliği içinde kaybolup gitmemek imkansız gibiydi. O beni bir bataklık gibi içine çekerken bileğimden tutup koşmaya başladığını anca fark edebilmiştim. Sonunda durmaya karar veren küçük bedenle birlikte bende durmaya çalışmış ama ani hareketlerinden dolayı duramamıştım. Artık neredeyse karanlığa kendini teslim etmiş sokağın içinde sadece birbirine çok yakın iki bedenin derin nefes alış verişleri duyuluyordu. Benimle taştan tuğlalar arasında kalan küçük bedenin sırtı ile göğsüm birbirlerine deyiyor ve kalp atışlarımızın ritimlerini hoş bir melodi haline getiriyordu. Anında arkasını dönen Sunoo ile dudaklarımda onun nefeslerini hissedebiliyordum.

Sun; Benimle resmi olmak istemediğini söylemiştin öyle değil mi "sunbae"?

𝐋𝐢𝐬𝐳𝐭𝐨𝐦𝐚𝐧𝐢𝐚//•𝒔𝒖𝒏𝒔𝒖𝒏•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin