Günün son randevusu,
tam sekiz aydır serüvenine eşlik ettiğim bir danışanımlaydı.
Az önce,on bir ay önce biten bir ilişkinin küllerini, birlikte savurduk.
Ve danışanıma,bu yolculukta bana elinden tutma fırsatı verdiği için çok teşekkür edip,O'nunla vedalaştım.Hayat bazen insana ne kötü şeyler yaşatıyor öyle değil mi ?
İçinden çıkılması imkansız gibi görünen ne çok şey ile sınanıyoruz.
Ne çok gözyaşı döküyoruz.
Bu tür durumlarda kendi kabuğumuza çekilip,yalnız kalmayı umuyoruz sadece.
Halbuki deve kuşu gibi kafamızı kuma gömüp saklandığımızı sanıyoruz sadece.
Kafamızı her kaldırdığımızda,sorunlar başımıza dikilip hâlâ bizi bekliyor olmuyor mu?Ben de dört aydır,Ulaş'ın kafasını kuma gömmüş oluşuna göz yumuyordum işte,kendini hazır hissettiğinde kaldıracağı umudu ile.
Ta ki az önce Çağatay ile yaptığım telefon görüşmesine kadar."Nasıl?" diyebildim sadece "Leyla'yımı aramış gerçekten?"
"Yüzyüze konuşalım istersen,kliniğe gel. Son bir hastam var,sevk yazacağım, kısa sürer.O zamana kadar burada olursun sende."
"Tamam." diyip kapattım telefonu.
Aklımdan geçenleri susturmaya çalışsam da,içimde susturamadığım bir ses ısrarla, bana bakan tüm şakayıkları ters düz etmemi söylüyordu.
Ne yazık ki yapamıyorum.
Çok seviyorum çünkü.
Şakayıkları da,O'nu da...Hazırlanıp yola çıktığımda,iki ses hala kafamda konuşuyordu.
İkisi de birbirinin zıttını iddia ediyor.
Ve hangisi bir cümle kursa,bana dünyanın en mantıklı düşüncesi oymuş gibi geliyordu.'Tüm bu çiçekler,suçluluk psikolojisi ileymiş yani.'
'Saçmalama,Ulaş hep böyleydi.'
'Son dört ayda değildi ama.'
'Yapma Allah aşkına,adam ne yaşıyor görmüyor musun? Ona rağmen hala senin için didiniyor.'
'Evet haklısın. Adam ne yaşıyor ya. Bu adam ne yaşıyor sahi? Leylayı arayacak kadar!'Arabayı sağa çekip,ani bir frenle durdurdum. 'Susun be.' diye bağırasım geldi.
Ama ne yazık ki sus diyecek olduğumun,yine kendim olduğunu idrak edebilme farkına varabilmek için, dört koca yıl okumuştum.Derin bir nefes aldım ve on dakikalık yolda kafamdaki sesleri durdurabileceğime kendimi inandırıp,arabayı Çağatay'ın kliniğine sürdüm.
Bu yolları ezberledim artık,üç yıl çalıştım o klinikte.
On dakika bile yoktu belki.
Kendi kendime konuşmamın veya kafamdaki seslerin hiç bir manası yoktu. En geç on dakika sonra herşey daha net olacaktı nasılsa.Arabayı park edip,klinikten içeri girdim. Bir kaç merhabaya gülümseyerek karşılık verdikten sonra Çağatay'ın odasına girdim.
Masasında bir kaç belge ile uğraşıyordu. Ben odadan girince bana doğru gelip selamlaştıktan sonra "Hoşgeldin." dedi
"Çay getirteyim hemen.""Olur." dedim üzerimdeki ceketi çıkartıp.
Yüzümü süzdü "Sakin görünüyorsun."
"Ne bekliyordun ki ?" dedim
"Bağırıp çağırarak girmeyecektim heralde. ""Doğru." diyerek güldü
"Karşımdaki koltukta oturunca meslektaş olduğumuzu unuttum bir an.""Nereden öğrendin?" dedim
"Leyla'yı aradığını yani? Veya doğru olduğundan emin misin ? Gerçi emin olmadan beni aramazsın."
gömleğimin üst düğmesini açıp nefesimi kontrol etmeye çalıştım
"Ne demiş peki ?"
hızlı hızlı göz kapaklarımı açıp kapattım "Bana bahsetmedi."
dedikten sonra akmaması için onca çaba sarf ettiğim gözyaşım süzüldü yanağımdan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARMAŞIK
RomanceBüyükler,okul çağında küçük bir çocuk gördüğünde,artık ezberlenmiş o soruyu sorarlar genelde. "Ne olmak istiyorsun?" Aklı ermeye başladığından beri, 'Ne olmak istiyorsun?' sorusuna, hep aynı cevabı veren ve hedeflerinden hiç şaşmayan bir çocukken, ...