PRİMİS

395 54 25
                                    

Kış güneşinin yalancı ışıklarının parıl parıl parlattığı boğaza minnetle baktım. Küçüklüğümden beri kaç ülke, kaç şehir gezmiştim, nereleri görüşmüştüm yine de İstanbul gibisine rastlamamıştım. Ya da hep İstanbul'u aramıştım... Bilmiyorum. Bu şehir bendim. Artısıyla, eksisiyle, gecekondularıyla, yalılarıyla binbir farklılığı içinde bulunduran bu harika şehir benim ilhamımdı. Yüzümde yayılan sıcacık gülümsemeyle karşımda oturan Çiğdem'e döndüm. Benim en yakın arkadaşım, iş ortağım canım Çiğdem'im. Yüzüme aynı sıcak gülümsemeyle bakıp nefeslendi.

''Ay ne güzel oldu bu öğle yemeği. Bizim şefin yemekleri dışında bir şey yemeyeli bir ay olacak.''

Keşke abarttığını söyleyebilseydim ama ne yazık ki söyledikleri sonuna kadar doğruydu. Restoranımızı açalı bir ay olmuştu ve biz evlerimize uyumak dışında uğramıyorduk bile. Sosyal hayat denen şeyi zaten çoktan unutmuştuk. Yoğun geçen hafta sonu mesaimizden sonra bu öğleni kendimize tatil ilan etmiştik. Restoranımız, canımız İpar bir iş ve yaşam merkezinin içinde yer alıyordu. Yani hem evlerin hem de büyük plazaların aynı yerleşkede yer aldığı bir yerdeydi. Günün her saati olan yoğunlukta bundandı. Böyle bir mekan işletiyorsanız basit bir öğle yemeği için de çok uzağa gidemiyordunuz maalesef. İpar'dan birkaç işletme uzakta bir restorana gelmiştik.

''Şu işler bir otursun bak nereleri gezeceğiz. Sadece biraz daha sabretmemiz gerek. '' dedim sesime inanç katarak.

''Ay ben şikayetçi değilim canım ortağım. Müşterimiz bol olsun, ocaklarımızın ateşi hiç kesilmesin bana yeter.'' dediğinde hafifçe gülümsedim.

Restoranımızı açabilmek için varımı yoğunu ortaya dökmüştüm. Ne kadar yoğunluk o kadar kolay düze çıkmak demekti. Bu yüzden ikimizin de yoğunluktan bir şikayeti elbette ki olmuyordu. Çiğdem için ise konu maddiyattan çok daha öteydi. Babasının tüm karşı çıkmalarına rağmen onu ikna etmiş ve İpar'a, hayallerime ortak olmuştu. Her ne kadar tek telefonuyla her şeyi yapabilecek bir güce sahip de olsa benimle İpar'ın her zerresine tek tek dokunmuştu. Bana yeni bir hayat kurmam için bir yol açmıştı. Bu yüzden ona sevgi kadar minnette duyuyordum.

''Sen o duaya kasamızın sıcaklığını da ekle bence.'' dememle ikimizde gülmeye başladık. İpar hakkındaki dileklerimizi üst üste sıralayıp gülüşmelerimize devam ederken masamızın başına dikilen adam dikkatimizi çekmişti. Ne için burada, ne için bize dik dik bakıyor anlayamıyordum. Adam yirmilerinin sonunda, siyah takım elbiseli, kumral biriydi. Garson olmadığı aşikardı fakat neden başımıza dikildiği konusunda bir fikrim yoktu. Gülüşmemizden kalan son kırıntılar yüzümden silindiğinde tek kaşımı kaldırıp adama yöneldim.

''Bir problem mi var beyefendi?'' Dedim sesime ciddiyet katarak.

''Evet hanımefendi bu masa rezerve. Sizden başka masaya geçmenizi rica edeceğim.''

On dakikadır oturduğumuz masaya şöyle bir bakıp alaycı bir gülüşle adama geri döndüm.

''Evet haklısınız rezerve ama bana rezerve. On dakikadır oturuyorum ben burada.'' dememle adam sağ eliyle kirli sakallarını ovuşturup sakinleşmek ister gibi bir nefes aldı.

''Hanımefendi rezerve diyorum neyi uzatıyorsunuz. Farklı bir masaya buyurun lütfen.'' dediğinde vurgularındaki sertlik dikkatini çekmişti. Adamın bu densizliğine karşın sakin olmakta fazlasıyla zorlanıyordum. Kabalığını süslü kelimelerle ricaya çevirdiğinde kibar olacağını falan mı düşünüyordu? Çiğdem böyle konularda biraz çekingen olduğundan tüm söz hakkı şu anlık benimdi.

''Masada rezerve yazısı göremiyorum. Garsonlar da buranın müsait olduğunu söylediler. Siz hangi sıfatla başıma dikilmiş kalkmamı söylüyorsunuz?'' Dediğim sırada sesim git gide yükselmişti. Restorandaki gözlerin her birini tek tek üzerimde hissediyordum. Garip bir şekilde ne işletme sahipleri ne de garsonlar bizim bu atışmamıza müdahil olmuyor, tersine bizi izlemekle yetiniyorlardı. Benim gözlerimden ateş çıkarken adamın arkasına yanaşan biri elini omzuna koydu.

ZANIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin