Üçüncü Bölüm
♦️
Minik, ufacık zebaniler zihnimin içinde tepiniyordu. Pat... pat... ve pat...
Ruhsuz, ruhsuz, ruhsuz... Senin ruhun ezeldendir yok ki! Ve gürültülü, çığlık kadar tiz kahkahaları zihnimde anı anı geziyordu, kulaklarımda çınlama ile beni alt üst etmeye istiyordu.
"Tek bir cevap, evet ya da hayır. Daha fazla beklemeye tahammül edeceğimi sanmıyorum, hızlı düşün." Dedi o an "lütfen kafamdaki pireleri sustur" demek istedim. Sanki o pireleri, o zebanileri o bana vermemiş gibi.
"Cevap verebilmem için konuyu açmalısınız." Dedi. Sesim koca bir dağı tırmanmışım da en tepesinde nefes nefese konuşmaya çalışan bir tırmanışcı kadar kesik kesik çıkmıştı. Siyah gözlerini çok kısa bir bakışla yaralarımda gezdirdi. Tekrar gözlerime baktığında harelerimi titretecek kadar korkunç bir karalık gördüm gözlerinde.
"Evet ya da hayır. Cevaptan sonra gerekeni öğrenirsin." Durdu. Cümlesine devam edecekti emindim, sustum ve devam etmesini bekledim. " Bir dakika veriyorum sana cevabını seç." Dedi. Ağır adımlarla yine ayak ucuma gitti. Gözlerini üzerimden çekti, rahat bir nefes aldım. Şimdi önümde iki yol vardı. Biri gidip yine zorbalık görüp, boktan bir müdürün göz yumasıyla dayanmaya çalışacaktım ya da bu adamın ne demek istediğini anlamadığım yolunu tercih edip yine boktan bir duruma girecektim. İkisi de benim için cehennemdi. İlk cehenneminde ölmedim isem ikincisinde belki başarırdım.
"Bitti. Şimdi şöyle evet mi, hayır mı?" zaman kazanmak için ağır ağır başımı pencereye çevirdim. Derin bir nefes aldım ve dudaklarımı araladım.
"Evet." Sadece tek bir kelime, beni oradan alacaktı. Tek bir kelime beni bilmediğim yola , gözlerim kapalı girecektim. Bilmediğim yolda neden gözlerim kapalı olmak zorundaydı? Zaten bilinmesin içindeyken hem de.
"Doğru seçim. Şimdi dinlen, zamanı gelindiğinde yeni evine gideceksin." Dedi ve tek kelime etmeme fırsat tanımadan çıktı. Ne yaptığımın, nasıl bir şeye evet dediğimi bilmiyordum. Bu saatten sonra benim için her yer bir cehennem olacaktı. Biraz farklı bir cehennemde geçirsem vaktimi ne fark ederdi? İşte bundandır ki, odaya başka insan girmeden kendimi uykunun kollarına attım. Hem zihnim hem bedenimdeki ağrılar için en büyük ve tek kaçış buydu.
BİR HAFTA SONRA;
Bir hafta. Bir haftadır çok azda olsa azalan ağrılarım, doktorun ve hemşirelerin ilgilenmesi ile ufaktan ufaktan toparlanmıştım. Bu toparlanma fizikseldi çünkü zihinsel olarak toparlamam çok mümkün görünmüyordu. Şayet buna izin veren de yoktu. Müdür kendisi gelmese bile arada birini yollatıp bana baktırıyor, iğneleyici laflarını o kişilerle bana söylüyordu. Bu hafta sadece bir kere gelmişti, o da dün sabahtı. Gelmiş ve aramızda çok kısa bir an geçmişti.
"Şu seni bulan adam seni evlatlık alıyor. Nasıl ikna ettiysen ya da haline nasıl acıdı ise." Demişti. Yüzünde bol bol bir tiksindi ve bol bol kötü bir şey yapmışım gibi bakmıştı. Yaralı bedenime baktığında ise sinirli, sert bir soluk vermişti. Sanki bedenim büyük günahlara girmiş gibi bakarken kusacak bir ifadeye girmişti suratı. O an anlamıştım, onun pis zihniyetinde büyük bir ahlaksızlıkla suçlanıyordum. Oysa en büyük ahlaksız kendisi değil miydi? En genelinden en büyük ahlaksızlar, ahlak bekçileri yapan değil miydi? O kılıfa bürünüp kendi pisliklerini, kötü ve acımasız yüzlerini saklamazlar mıydı? Sonra onlarla savaşamayanlar hayatlarını daha zorlukla geçirmez miydi? İyilerin omuzlarına yük bindirirlerdi ve asla pişman olmazlardı, İyiler de o yükle yaşamaya çalışırdı. Neyse ki ben iyi bir insan değildim.
"Anladım." Demiştim o gün. Bildiğim bu durum karşısından öylece boş bir anladım demiştim. Sanki bu kelimem onun daha da çıldırtmış gibi tüm kini ile " Sonunda senin gibi gereksiz, boş israf, aptal bir genç kızdan kurutuluyoruz! Huzur bozan cadı seni!" demişti. Cevap vermeyecektim ona zaten o da tüm kini ile sözlerini söyleyip, kapıyı çarparak gitmişti. İşte dünden bugüne kadar olan süreç de düşündüm. Müdürün dediklerini değil. O adamın beni nereye götüreceğini, evine mi götürecekti? Gerçekten beni evladı gibi mi bakacaktı? Güldüm. Ruhumu isten bir kişi beni ancak öldürürdü. Bende ölmek istiyordum. Bundandır bir dinginlik ile adamın gelmesini bekledim.
Saat dört gibi üzerime bu sefer kendi başıma ilk gün giydiğim siyah etek ve siyah boğazlı kazağı giydim. Eteği en yavaş halimle giyindim. Peşimden kovalayan bir zaman yoktu, zaten ben zamanın hep gerisinde kalmıştım. Acele etmedim. Yıkanıp gelmiş olan bu kıyafetleri giyindim. Bacağım hala alçıda duruyordu. Evde dinlenmem gerekiyordu, bir evim varmış gibi...
Koltuk değneklerini omzumun altına koydum ve pencereye gittim. Güneş bugün inceden kendini göstermişti. Bir hafta boyunca kapalı olan hava ilk kez bugün güneşlenmişti. Sanki gideceğim yerde yanacakmışım hissini bana hatırlatmak istiyordu. Kendimce bu anlama yorduğum anda kendimi pencereden uzaklaştırdım. Beşte çıkış yapmam lazımdı ama ne gelen ne giden vardı. Acaba adam son anda vazgeçmiş olabilir miydi? O zaman buradan tek çıkıp, kendime bir yer bulmam gerekirdi. Çünkü Müdürün beni o yetimhaneye bir daha alacağını sanmıyordum. İlerledim ve yatağın üzerinde duran minnacık çantayı aldım. İçin de iki kazak iki etek dışında bir şey yoktu. Çanta elimde kapıya gittim. Dengemi sağladıktan sonra kapıyı açıp, yönümü şaşırmadan danışmaya gittim. Gittiğimde orada o adamı gördüm. Karmen... Beni görünce ilk kaşlarını çattı sonra gülümsedi.
"Sabırsız mısın?" dedi. Elimdeki çantayı aldı.
"İşlemler tamam, hadi yeni hayatına gidelim." Demiş ve önden ilerlemişti. Arkasından sarsak halde giderken, elinde tuttuğu çantamı çöpe atığını gördüm.
"Ne yapıyorsun?" dedim hayretle. Bana elini birbirine vururken cevap verdi. "Yeni hayata eski hayatından üzerindekiler dışında hiçbir şey götüremezsin." dedi. Önüne gittiği siyah jeep arabasının yolcu koltuğunu açtı. Hayretle dolan bakışlarım yüzünde dolaşırken, arabaya bindim. Araba hastaneden uzaklaşırken kendimi sorgulamaya başlamıştım. Götüreceği yer neresi bilmeden gitmek garip geliyordu ve aklımdan her türlü ihtimal geçiyordu. Yolculuğun otuzuncu dakikasında artık dayanamayarak kısık sesle konuştum.
"Nereye gidiyoruz?" demiştim. Bana küçük ve kısa bir bakış attı. "Eve." Dedi. Eve... Ne kadar da açıklayıcı! Bazen sinir bozucu şekilde aklımdan geçenleri pat pat söylemek geliyordu ve şuan o anların içindeydim. Sol tarafımda olan bu adama " Ciddi misin ya!" Diye ukalaca sormak istiyordum ama yapamadım. İçimdeki o ezici his yine beni bastırdı.
"Ev dediğin nasıl bir yer?" dedim onun yerine. Bu sefer hiç bakmadan bir cevap verdi. "İçinde yaşıtlarını bulabileceğin bir yer, dış görünüşü soruyorsan iki katlı dümdüz bir villa." Demişti. Sesli bir soluk aldım. Benim yaşıtlarımda insanlar olan bir yer demişti. Kendi çocukları mıydı? Kendi çocuklarının yanına neden beni götürsün ki? Yetim, öksüz ve yabancıydım ben onlara.
Hiç birini sormadım ona, evine gidene kadar sessiz kaldım. Ara sıra acı ile sızlayan kaburgalarımı tuttum ama acısa bile ses etmedim. Yirmi dakika sonra evindeydik. İki katlı, dış cephesi ekru renginde, bahçesi olan bir evdi. Karmen indi arabadan ve benim tarafıma gelip, kapımı açtı. Arka koltuktan kol altı değneğimi alıp bana uzattı. Destek alıp indim araçtan. İndiğimde yanımıza gelen bir kadın gördüm. Bakışlarım Karmene döndü. Eşi miydi acaba? Bana baktı, hiçbir ima veya his bulundurmayan bir bakıştı. Gelen kadına döndü ve gülümsedi. Bu gülümseme tamamen sinsi parıltılar içeriyordu. Bunu hissetmiştim.
"Elfida ile tanış Handan." Dedi. Kadın iki kolunu yana açarak bana döndü. Yüzündeki gülümseme ılıktı. Evet gülümsemesi ılıktı, olur mu öyle ey demeyin oluyormuş.
"Yeni evine hoş geldin küçüğüm."
♦️♦️♦️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Ruhlar-Ara Verildi-
General Fiction"Boşluktan düşerken kaybettiğim tek şey ruhumdu." 01.12.22