2 ay sonraSabah olmuş güneş çoktan derin uykusundan uyanmıştı ve hyuck'u da huzurlu uykusundan uyandırmak istercesine perdenin arasından sızıp yüzünü okşuyordu. Mark "Güneş seni kıskanıyor sevgilim." derdi ona hep çünkü aynı şey olurdu her sabah. Güneş, Hyuck perdeyi güzelce kapatmasına rağmen her zaman bir boşluk bulup içeri sızar ve onu rahatsız ederdi.
Gözlerini araladı Hyuck ve yanında uyuyan sevgilisinin yüzüne baktı. Çok güzeldi Mark, çok özeldi... Ona olan sevgisini, ona olan minnetini, saygısını, güvenini anlatmak istese, Mark'ı, sevgilisini anlatmak istese cilt cilt kitaplar yazması gerekebilirdi. O derece seviyordu Hyuck onu. Mark'ın Hyuck'a olan sevgisinin büyüklüğünü daha doğrusu sınırsız sevgisini anlatmaya gerek yok, zaten biliyorsunuz.
Dakikalarca sevdiği adamın yüzünü seyretti Hyuck, uyanmasını bekledi ama Mark dün gece işten geç çıkmak zorunda kalıp fazlasıyla yorulduğu için eve gelir gelmez uyuyakalmıştı ve bugün de haftasonu olduğu için Mark'ın erkenden uyanmak gibi bir niyeti yoktu, Hyuck da sırf onunla ilgilenmesi için onu uykusundan alıkoyacak kadar bencil değildi.
Yavaşça eğildi sevdiğinin yüzüne, yanağına minicik bir buse kondurup geri geçildi hemen. Sonra Mark'ın kızmasına rağmen yastığının altına koyup durduğu telefonunu çıkartıp saate baktı. 6.45 idi saat, Mark'ın uyanmasına en az üç dört saat daha vardı. Ses çıkarmamaya özen göstererek yataktan kalktı ve kitaplığa doğru yönlendirdi adımlarını. Mark uyanana kadar biraz kitap okuyabilirdi öyle değil mi? Hem de sabah kahvaltı yaparken biriciği ile kitap hakkında konusabilirdi.
Kitaplığın önünde durup kitapların isimlerine bakmaya başladı. Suç ve Ceza, Sefiller, Romeo ve Julliet, Genç Werther'in acıları...ve daha nicesi vardı kitaplığında. Mark klasik okumayı çok seviyordu aynı zamanda bilim kurgu kitapları okumaya da bayılırdı. Hyuck yokken yalnızlığını bir nebze de olsun azaltıyordu kitaplar, dost oluyorlardı mark'a, onu kendi dünyasının acı gerçeklerinden uzaklaştırıp yeni dünyaları anlatıyorlardı ona.
Hyuck kitapların isimlerini teker teker okurken en alttaki siyah kutu ilişti gözüne. Nedense bu kutuyu daha önce hiç fark etmemişti. Kitaplık ile aynı renk olduğundan dikkatimi çekmedi herhalde diye düşündü ve yere oturup kutuyu önüne çekti. Tozlanmış kapağının üzerini eliyle temizleyip kapağını açtı. İçindeki yedi defteri teker teker teker çıkardı. Hepsinin kapağı siyahtı. Rast gele bir tanesini alıp ilk sayfasını okumaya başladı. Sonra bir sayfa ve bir sayfa daha. Okudukça gözleri doluyor ve hali hazırda akmakta olan gözyaşları ona engel oluyordu. Gözyaşlarını koluna silmekten pijamasının kolu ıslanmıştı hatta.
Her defterin ilk, son ve ortalarından 4-5 yaprak okuyup defterleri eskisi gibi kutuya yerleştirmiş ve tekrar yatağa sevdiğinin yanına yatmıştı. Başını Mark'ın boynuna gömmüş, Mark ise sanki onu bekliyormuş gibi hemen kolunu sarmıştı usulca. Hep böyle uyurdu onlar, bir puzzleın parçaları gibi onlar da birbirlerini tamamlarlardı. Hyuck başını Mark'ın boynuna gömer, Mark da kolunu ona sarıp dudaklarını saçlarının her bir tutamında gezdirir öpüp koklardı.
Hyuck'un iç çekişlerine uyandı Mark, sevdiğinin alnını öperek sıkıca sardı kolunu ona. "Sevgilim" dedi "ağlıyor musun sen?" Başını kaldırıp Mark'ın gözlerine baktı Hyuck, ağlamaktan kızarmış ıslak gözleriyle. Ayrıca ağlarken dudağını bir çocuk gibi bükmüş olması Mark'ın gözüne sevimli gelmişti. Yatakta oturup bağdaş kurdular. Hyuck kucağında duran ellerine bakıyor ve düşünüyordu. Gerçekten ne kadar yıpranmıştı mark onun yokluğunda, ne kadar canı yanmıştı, kendini suçlamış hatta intihar etmeyi bile düşünmüştü ama senin için yaşayacağım verdiğimiz sözü tutacağım demişti. Ne güzel seviyordu mark onu, peki o Mark'ı böyle güzel seviyor muydu ya da Mark'a olan sevgisini hissettirebiliyor muydu? Düşünceleri ellerini saran sıcacık eller ile bölündü. "Bi'tanem, niçin ağlıyorsun, neden bakmıyorsun yüzüme? Hadi kaldır başını." Hyuck başını kaldırmakla yetinmeyip Mark'ın boynuna sarılmıştı. "Seni çok seviyorum Mark" dedi titreyen sesiyle, tebessüm etti Mark "ben de seni çok seviyorum" dedi ve kollarını sardı sevdiğinin ince beline, kucağına aldı onu ardından tekrar sordu "neden ağlıyorsun hyuck? Ne üzdü seni? İstemeden de olsa seni kırdım mı yoksa? Söyle bana sevgilim."
Hyuck kollarını Mark'ın boynundan indirip ellerini önünde birleştirdi "sen beni hiç kırmadın ki Mark" dedi "ben sadece..." mark konuşmaya devam etmesini bekledi hyuck ise düşünüyordu yine. Defterleri okuduğunu söylese miydi ona? Maziyi hatırlatır kırar mıydı kalbini yoksa?Yaklaşık bir dakika sessizliğin ardından hyuck ellerini Mark'ın yanaklarına yerleştirmiş ve dudaklarını onun öpmeye doyamadığı dudaklarına bastırmıştı. Minik bir öpücük ardından bir tane daha... Hyuck kollarını tekrar Mark'ın boynuna, bacaklarını da beline dolamış başını ise omzuna yaslamıştı. Mark da bir elini beline indirmiş diğer eliyle başını okşuyordu Hyuck'un. Niçin ağladığını ne kadar merak etse de tekrar sormadı Mark, sonuçta istese anlatırdı değil mi? Zorlamak istemedi onu, tekrar ağlasın istemedi.
Kulağına dolan ses ile gülümsedi Mark. Şarkı söylüyordu kucağındaki beden, en sevdikleri şarkıyı, sadece ikisinin duyabileceği kısık bir sesle. Mark da katıldı ona, sesini her ne kadar beğenmese bile Hyuck ona hep 'seslerimiz çok uyumlu mark' derdi ve sonra birlikte soylerdiler şarkıyı. Şimdi yaptıkları gibi.
"Güzel bir mor ışık çizmek istiyorum
Bana bakan soluk gülümsemenin arkasında
Ayak izlerimiz birbiriyle aynı hizaya gelemese de, bu yolda seninle birlikte yürümek istiyorum
Hala seninle"Fısıldadı sevdiğinin dudaklarına doğru hyuck "Mark, seni çok seviyorum." dedi tekrar. Mark ise bir öpücük ile karşılık verdi ona ardından ekledi "ben de seni, seni her şeyden çok seviyorum."
_________________
eveet bu kadardı... Bu benim ilk kurgum olduğu için eksik veya hatalı olan bir sürü şey olabilir ama umarım beğenmişsinizdir <3
aklınıza takılan şeyler olursa sorabilirsiniz✨
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Still with you || Markhyuck
Storie brevi'Ne zaman olacak? Seninle bir daha yüzyüze gelsem gözlerinin içine bakıp şöyle demek istiyorum; Seni özledim' solmuş güneşinin tekrar parlamasını bekleyen Mark Lee'nin günlüğünden...