çiçekler dikilmeli ruhuna; 16

229 24 27
                                    

küçüktüm.

insanların kötü yüzü ile karşılaştığımda çok küçüktüm.
yedi yaşındayken herşeyi bir oyun zannederdim, bedenime değen elleri, dudaklarımda hissettiğim dudakların hepsi bir oyundu benim için. sonra onunla tanıştım.

ben yedi, o ise on yaşındaydı.
yan tarafımızda ki eve taşınmıştı ailesi ile, sürekli gülen, yere düştüğünde bile kahkahalarla hiçbir şeyi önemsemeyen biriydi.

oturduğum evin arka bahçesi, onların evinin arka bahçesiyle birdi. arada sadece sıradan demirlikler vardı. sürekli oraya kaçar olmuştum, her zaman penceresinden demirliklerin olduğu yere bakıyordu, her an yardımına muhtaç olduğumu biliyordu sanki.

ona anlatmıştım.

bedenimi kirleten elleri, dudaklarıma değen kirli dudakları, başkalarının da oyun adında bunları yapışını anlatmıştım. demirliklerin arasından küçük eliyle küçük elimi kavramıştı. ağlayarak seni kurtaracağım demişti, ve ben o an fark etmiştim bu iğrençliğin oyun olmadığını.

sebebini çözememiştim.
neden bunu yapıyorlardı?

on beş yaşıma kadar sadece ağlayarak bu eziyetin bitmesini beklemiştim. öğlen yemeğinden başka bir şey yemezdim, bedenim güçsüzdü. ne zaman onlara karşı çıkmak istesem yerle bir oluyordum.

yağmurdan korkardım mesela, çünkü en şiddetli yağmurların altında saatlerce dayak yemişliğim vardı. kaçacak bir yerim yoktu, gidecek kimsem yoktu. on altı yaşıma bastım, yine demirliklerin arkasında jisoo'nun gelmesini bekliyordum.

dudağım patlamış, yırtılmış tişörtümden görünen göğüslerimi kapatmak için kollarımı sımsıkı bedenime sarmıştım. kim ne derse desin, ben on altı yaşında bile bir çocuktum. ve ben hâlâ bir çocuğum, ruhum büyümemişti benim.

dediğim gibi, demirliklerin orada beklerken bir anda kilit açılma sesi duymuştum. neye uğradığımı şaşırmış, aslında bunca zamandır yaslandığımız demirliğin bir kapı olduğunu anlamıştım. jisoo yanında sarışın bir çocukla kapıyı zar zor çeyreğini açmış ve hızla beni kendi bahçelerine almıştı.

üstümdekilerin halini fark etmiş, hemen kendi üstünde ki kazağı çıkartıp bana giydirmişti. hevesle ve büyük bir neşeyle yanaklarımı okşamış, dolu gözleri ve büyük gülümsemesiyle konuşmuştu.

"kaçırıyorum seni minik bebeğim, kurtaracağım seni."

dediğini yapmıştı, beni gerçekten kaçırmıştı.
kuzey kore'den güney kore'ye geçmiştik gizlice, on sekiz yaşıma kadar gizli saklı yaşamıştık. on sekizimden sonra ise kimliğim değiştirilmiş, ve bir üniversiteye yazdırmıştı beni.

o okumamıştı, babasının şirketinin başına geçecekti çünkü. fakat ben geldiğimiz bu şehirde bile huzuru bulamamıştım. çünkü huzurumu bozan kişi yaşadığım yeri bulmuştu. jisoo evden gittiği an sürekli geliyordu, yine oyuncak olarak kullanıyordu beni.

benim ablam kendime zarar verdiğimi düşünüyordu, ama bedenimde ki her bir morluk ve kesik o caniye aitti. bu yüzden ülkenin en iyi psikologlarına götürmüştü beni. bana iyi niyetli yaklaşanlar olsa bile anında kriz geçiriyordum.

jisoo'dan başka kimse dokunamazdı bana.
o hariç herkes beni kirletecek diye düşünürdüm.
hâlâ da öyle düşünüyorum, herkesin elleri kirliydi.
kime güveneceğimi bilemezdim, bu yüzden kimse bana bencil diyemezdi.

fakat park chaeyoung çıkmıştı karşıma, parmak uçları parmak uçlarıma değse göğsümde yangınlara sebep olmuştu bu kadın. bana annesini, en değerlisini anlatmıştı. küçük kızını anlatmıştı, artık sen benim kızımsın, güzel kızımsın demişti.

idama sürüklenen açelyalar | chaelisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin