kanayan ruhlar ve sessiz savaşlar; 14

166 29 9
                                    

ben hayatımda ilk defa en içten şekilde ölmeyi dilemiştim.

ne annem öldüğünde, ne misa ve annesi bende kapatılmayacak büyük yaralar açtığında böyle hissetmiştim. gözyaşlarım hiç durmadan akarken, ellerimi ablamın vasiyeti üzerine gömüldüğü toprağa yasladım

"u-unnie-" diye fısıldadım, içim dışıma çıkacakmış gibi hissettim. "unnie uyan lütfen, ne yapacağım ben sensiz? sen benim hem annem, hem babam, hemde ablam oldun. sen olmadan nasıl ayakta kalacağım, ölürüm ben jisoo."

hıçkırıklarım boş mezarlıkta yankılanırken titreyen ellerimle gözyaşlarımı sildim, ama nafileydi yenileri akmaya devam ediyordu. üç saat önce bitmişti cenaze töreni, lakin ben gidememiştim. üç saattir tek yaptığım mezarında ki çiçekleri okşamaktı, tanrı şahit ya, o bu çiçeklerin hepsinden daha güzeldi..

"lisa, küçüğüm.. daha fazla duramayız burada, hadi gel eve gidelim. yarın yine geliriz söz veriyorum."

başımı kaldırıp roseanne'a baktım, göz çevresi kıpkırmızıydı. sarı saçları kısacık kalmıştı, jisoo böyleydi, en kısa süre de bile herkesi ağlatacak derece de iyiydi ve kendini sevdirirdi. ama o şimdi yoktu, gitmişti.

daha çok ağlamaya başladım "r-roseanne." dedim boğuk bir sesle "o g-gitti."

yutkundu benim gibi yere çöküp elini enseme yasladı ve başımı omzuns bastırdı. ona sımsıkı sarılıp daha çok ağlamaya başladım. iç çekişlerim ve hıçkırıklarım dinmiyordu bir türlü.

sanki aniden tüm mevsimler sonbahara dönüşmüş, çiçeklerimin hepsi solmuştu. yutkundum zorlukla ve geri çekildim "biraz daha kalayım, doyamadım ben ona. bak kokusu birleşmiş toprakla, mis gibi kokuyor burası."

"lisa.."

yanaklarımı okşayıp buruk bir tebessüm sundu "jisoo unnien uyuyor, onu daha fazla rahatsız etmeyelim. yarın yine geliriz, tamam mı?"

başımı salladım zorlukla ve mezar taşına yasladım ellerini "kız kardeşin sana alaycı bir kuş alacak, hiç yalnız kalmayacaksın. gerekirse o kuş olacak, her an yanına geleceğim."

dizlerimde yoktu dermanım, zar zor kalktım ayağa. roseanne'nin kollarına tutunarak çıktım mezarlıktan. tüm bedenim titriyordu, jisoo unnie'min kucağında huzurla uyumak istiyordum. benim annemin yerini alan kadın da ölmüştü, ve ben artık yaşadığımı hissetmiyordum.

ön koltuğa oturdum, roseanne de sürücü koltuğuna. arabayı çalıştırdı, yolların üzerinde aktık geçtik, radyodan kısık sesli aşk şarkıları duyuldu, lakin dudaklarımız tek bir kelime için dahi aralanmadı.

en yüksek ses benim hıçkırıklarım ve iç çekişlerimdi. başımı koltuğa yaslayıp dilimi dudaklarım üzerinde gezdirdim. "kimsin sen?" diye fısıldadım. kısa bir an bana baktı arabayı stop ettirdiğinde kliniğe geldiğimizi anlamıştım. "roseanne park chaeyoung'ım ben, ya sen? sen kimsin güzel orkide?"

yutkundum "solmuş bir orkideyim ben." dedim fısıltıdan farksız sesimle, gülümsedi, elini uzatıp yanağımı okşadı. "orkide başlangıcın çiçeğidir, sen bu başlangıcı devam ettiren en güzel çiçeksin. jisoo unnie'n senin yaşaman için herşeyini verdi. onun istediğini yap ve yaşa lisa."

cevap vermedim, ikimizde arabadan inip kliniğe ilerlerken telaşlı bir şekilde bize koşturan wonho'ya baktım.

"bayan park birkaç gündür şikayetler arttı, insanlar randevularını iptal ettirmeye başladılar. bugünden itibaren başlamazsanız büyük bir zarara uğrayacaksınız."

dudaklarımın içini ısırıp ellerimi yüzüme kapatıp yinr ağlamaya başladım. daha kaç kişinin hayatını mahvedecektim? etrafıma sarılan kollar daha çok ağlamama sebep oldu.

idama sürüklenen açelyalar | chaelisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin