bencil ve yüreği hasta biri; 10

249 40 43
                                    

saat 16:50, beşte olan randevuma daha var olmasına rağmen biraz erken gelmiştim. yağmur yağdığı için etraf çamurla kaplanabilir ve gelemeyebilirdim. işimi sağlama almak her zaman yaptığım bir şeydi.

kulaklığımdan sızan şarkıyla içeri girdim yavaşça, kalbimde bir sızı baş gösteriyordu. ahşap kapıya yaklaştıkça kulaklarım uğulduyor, sanki bir kumru yüreğimde eşini bulmuşçasına sevinçle kanat çırpıyordu.

derin nefesler alıyordum fakat maskem yüzünden nefesimi yutmak zorunda kalıyordum. chaeyoung'ın sekreteri wonho'ya bir baş selamı verip bekleme koltuklarına oturdum. uzun tırnaklarımla koltuğun kenarında bir ritim tutturdum, gözüm duvarda ki saate kaydı.

son beş dakika kalmıştı seansın bitmesine, ciğerlerime derin bir hava doldurup saymaya devam ettim. sabırsızdım, onu görmek istiyordum. bu his beni ne kadar korkutsa da ellerimin ilk defa heyecandan titreyişi beni mutlu ediyordu.

park chaeyoung, en yakın arkadaşımın bile tanık olmadığı anlarıma tanık olmuştu. onun omzunda, onun tabiriyle inci tanelerimi akıtmıştım. o yanımda olduğu zaman, kalbim heyecanla kasıp kavrulmuştu.

alışık değildim.

bu yüzden ölesiye korkuyordum.

duvarda ki saate bakarken, saniyeleri saymaya başladım.

4

3

2

1

ve kapı açıldı.

o, yüzü gözü yara bere içinde ki bir hastayı gülümseyen yüzü ile uğurlarken, ben sadece onu izledim. unutmuş gibiydim, ne yapmam gerekiyordu? kendim gibi olmalıydım, ama ne zaman kendim gibi olabilmiştim?

"lalisa, duyuyor musun beni?"

irkilip kendime geldim, ince sesinden adımı duyunca seri bir şekilde oturduğum koltuktan kalktım. gözlerime bakıp gülümsedi, ardından nazik bir hareketle içeriyi gösterdi. onun arkasından küçük adımlarla içeri girdim.

yüzüne bakmak istemiyordum.

yine kirli düşünceler zihnimde toplanmışken, onun gözlerinde ki saf sevinci öldürmek istemiyordum. birden bire aklıma doluşan sesler beni boğmaya başlamışken hemen maskemi çıkarttım.

gözlerim onu bulduğunda dikkatle beni izlediğini gördüm. dolgun dudaklarında küçük bir tebessüm yer edindi "bu his tanıdık." dedi kısık sesle "nefes alamıyormuş gibi hissediyorsun, biri sanki boğazına yapışıyor ve birden çok ses sana kötü olduğunu söylüyor."

acı bir şekilde tısladım "hastalarının duygularını mı anlatıyorsun bana?"

yüzü ciddileşti, tek kaşı yukarı kalkarken koltuğuna yaslandı. "hastalar mı? onlara misafirlerim demeyi tercih ediyorum, çünkü hepsi iyi ve kısa bir süre de buradan ayrılıyor. ayrıca lisa, bu his tanıdık çünkü.. çünkü bir zamanlar bende böyleydim."

güldüm.

tanrı şahit ya, bir an dalga bile geçtiğini düşündüm.

"şaka mı yapıyorsun?" dedim hâlâ algılayamayarak.

bu sefer kaşlarını çattı "bu dünya da tek acı çeken senmişsin gibi davranıyorsun, farkında mısın? sana kendimi anlatıyorum ve sen şaka yaptığımı zannediyorsun. istersen hep susalım lisa, ama sen susarken bile ben senin çığlıklarını duyabiliyorum, lâkin sen ben çığlık atarken bile sesimi duyamazsın."

derin bir nefes verdim, sırtımı koltuğa yaslayıp yüzümü sıvazladım.

"biliyor musun roseanne? çok acıtıyor. bencil gibi görünmek, suskunluğunda bir şeyler aranması ve acılarını saklamaya çalışırken yorgun düşmek. sana kendimi anlatıyorum, neden bilmiyorum. aptal bir tesirin var üzerimde. ve şimdi yine sana anlatacağım kendimi, anlayabilirsen."

idama sürüklenen açelyalar | chaelisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin