1.Bölüm

372 71 36
                                    


M.Ö 12.000

Güneş, mavi okyanusu aydınlatıyor ve adeta bir şölen oluşturuyordu. Okyanus büyük bir kıtayı çevreliyordu. Parlak renkli kristallerle süslenmiş; gümüşten, altından sütunlar ve saraylar bu şölenin dekorlarıydı. Tam ortada, kökleri gözüken devasa kutsal ağaç vardı. O da buradaki her şey gibi göz alıcı ve mükemmeldi.

Yüksek görkemli binaların üstünden kanatları olan meleği andıran insanlar ve evcil ejderhalar geçiyordu. Binaların arasındaki kaldırımlarda, salaş elbiseleriyle ve sandaletleriyle oldukça asil görünen insanlar yürüyorlardı. Şehrin girişinde ise mızraklı askerler bir heykelmiş gibi hareketsiz duruyordu. Bu görkemli şehir Güneş İmparatorluğu'ydu.

Ve hemen ötede... Belki biraz fazla uzakta, okyanusun derinliklerinde en az Mu kıtası -Güneş İmparatorluğu- kadar masalsı bir şehir daha vardı. Atlantis.

Metis. İşte oradaydı tüm asaletiyle. Okyanusun derinlerinden çıkıp rüzgarın şefkatle yaladığı yüzeye gelmişti. Neşeli tiz kahkahalarla suya bir dalıp bir çıkıyordu. Suya dalarken o muhteşem renkleri olan pırıl pırıl parlayan kuyruğu görünüyordu. Elbette bir prensesin olması gerektiği gibi dikkat çekiciydi.

Arkadaşları da sonunda ona katılmıştı. Henüz ergenliğe girmemiş ve küçüktü hepsi, hemen hemen dokuz yaşındaydılar. Bir kaç erkek dışında genelde kızlardan oluşuyordu bu grup. Bir süre orada suya dalıp çıkarak oyun oynadılar. Yorulduktan sonra evlerine yani en dibe geri dönmek üzere son kez havalı dalışlarını yaptılar.

Yosunlar ve deniz mercanlarının arasından yüzgeçlerini kullanarak yüzmeye başladı. Sonrasında yosunlarla giyinmiş altın işlemeli yapılara geldiğinde hızlanarak geçti. Arkasında küçük baloncuklar bıraktı.

Bugün yüzünde büyük bir gülümseme vardı fakat hep mutluydu o. Bugün daha mutluydu. Çünkü doğum günü için bir parti verilecekti. Küçük bir kızın heyecanlanması için yeterli bir sebepti. Aslında ortak özelliği süs ve hediye aşığı olan deniz insanları için bir nimetti bu balolar.

Arkadaşlarıyla en lezzetli balıkları ve istiridyeleri yiyip danslar edecekti. Bir sürü nadir inci, mücevher hediye gelecekti! Onlardan yeni takılar yapacağı için çok sevinçliydi. Takılara bayılırdı, yaptığı eserleri arkadaşlarına hediye etmeyi de öyle. Büyük bir yaratıcılığa ve hayal gücüne sahipti, inanılmaz eserler ortaya çıkarıyordu.

Cömert, neşeli, güzel bir prenses. Atlantis kralı ve aynı zamanda dünyada bulunan diğer kıtanın da yöneticisi olan Merlin'in tek kızı. Bir de prensesten yedi yaş büyük oğlu vardı. Moses. Kardeşinin aksine somurtkan, sinirli bir yapısı vardı.

Annelerinin ölümü onu çok derinden etkilemişti çünkü buna gözleriyle şahit olmuştu. Annesinin yokluğunda kedere boğulmuş ve zamanla karakteri değişmişti. Fakat Metis, o henüz bebekken annesini kaybettiği için her şeyden habersizdi. Bundan haberinin olmaması merak etmediği anlamına gelmiyordu. Her fırsatta babasına annesinin ölümüyle alakalı sorular sorardı.

Lemuryalıların en güçlülerinden olan; mor saçlarıyla ve tek bakışıyla kalplere korku salan Selena'ya kurban gitmişti annesi. Lemuryalılar, şeytansı varlıklardı; kollarında ve bacak eklemlerinde, deniz insanlarında bulunan pullar gibi masum görünmeyen keskin çıkıntıları vardı, siyah ten renklerinin aksine gözleri bembeyazdı. Korkunç görünümleri vardı. Ruhlarının laneti görünüşlerine yansımıştı. Yaratılma kurallarını çiğnemişlerdi, lanetleri bu yüzdendi.

Kendileri düzen için gerekli olan basit yasakları çiğnemişlerdi fakat onların kurallarını çiğneyip, karşı gelenlerin ve sınırlarını geçenlerin hükmü ölümdü. Küstahça tanrı rolü oynuyorlardı. İşte Ariel de kızının yaşaması için gereken yosun ve çamuru bulmak için onların sahiplenmiş sınır çizdikleri karanlık sularına girmek zorunda kalmıştı. Bu fedakarlığı Metis şimdilik belki hiçbir zaman bilmeyecekti... Bilseydi kendini suçlardı çünkü. Ve kehanetteki öngörülen sonraki devire -demir çağ- öncülük etmek için gerekli olan güce ulaşamayabilirdi ve inisiyatif almayabilirdi.

AtlantisliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin