Metis, hava karardığı için ve gidecek evi olmadığı aklına gelince ürperdi. Yüzeye yakın bir yerde öylece süzülürken saatler geçtiğinin yeni farkına varmıştı. Çok bitkin hissetse de bir an önce halkının yanına varmalıydı. Abisinin orda olacağını varsayıyordu, büyük bir umutla. Yola koyulduğunda aklına Güneş İmparatorluğu'ndan gelen mektup geldi. Artık emindi. Başka çaresi yoktu.
Uzaktan parlayan fenerleri gördüğünde biraz olsun rahatlamıştı. Oraya geldiğinde ise halkı onu karşıladı. Kimisi sevinçle kimisi de memnuniyetsiz bir suratla etrafını kaplamışlardı. Yüzlerini karanlıkta seçemiyordu. Bir umut, içlerinde abisini ya da Arthur'u görmek istedi...
''Şükürler olsun halkımızın prensesi bizi bırakmadı.'' dedi, biri.
''Elbette bırakmayacağım. Kimse bırakmadı sizi.'' dedi, Metis.
Arkalardan biri öne ilerleyip ''Kral ve prens Moses nerede o zaman?''
''Halkın zor durumda olduğu bir günde kaçmak, bir krala yaraşmaz.'' diye sitem etti, yine bir başkası.
Etraftan sesler yükselmeye devam etti. ''Kralın daha önce, törende söylediği gibi on yaşındaki bir kız mı yönetecek bizi?''
''Kral nerede? Yoksa öldü mü?!''
''Gidecek bir yerimiz yok mu artık?''
Metis'in bir yerden sonra bu sözleri duyacak gücü kalmamıştı. Başını eğmişti. Gözleri dolmaya başladığında onun masumiyeti, birçoğunun yüzündeki kızgın surat ifadesini bir anda yumuşattı.
Yaşlı bir kadın, tiz sesiyle onu teselli etmeye çalışarak aynı zamanda diğerlerini yatıştırdı. ''Üstüne gitmeyin kızın. Hele de hakikati bilmeden bir insanın ailesi hakkında nasıl böyle şeyler söylersiniz?'' Gözlerini kapatıp başını iki yana salladı. ''Şu küçücük kızın çevresine bir bakın. Yapayalnız kalmış zaten. Yapmayın böyle...''
Metis, bu sözler üzerine gözyaşlarını tutamayıp hıçkırarak ağlamaya başladı. Bunun üzerine diğerleri, daha da vicdan yaptılar. Başlarını önlerine eğip ellerini önlerinde kavuşturup saygılarını gösterdiler.
''Doğru.'' dedi, Metis çaresizce.
Diğerlerinin endişesi yüzlerinden anlaşılıyordu.
''Evet, babam öldü ve gidecek bir yerimiz yok.'' dedi, bir çırpıda.
Herkesin ağzı açık kaldı. Şaşkınlıkla ve hüzünle yasa boğuldular oracıkta.
Metis, günler sonra artık bu kararı vermek zorundaydı. Moses'in yaşamasının imkanı yoktu, diye düşündü. Babası aklına geldi, acıyla gözlerini kapatıp sıktı. Beline bağlı sarmaşık gibi görünen kemerden bir kağıt çıkarıp havada salladı. ''Yeni bir başlangıç için Güneş İmparatorluğu kıyılarına göç edeceğiz.''
Diğerleri bunu tereddütsüz şekilde onayladı.
Göçe başlamak için hazırlıklar başladığı sırada gür bir ses duyuldu. ''Bensiz nereye!''
Metis, aşina olduğu sese dönüp baktığında Moses'i gördü. Sevinçten çığlık attı. Moses iyice yaklaşınca abisine sımsıkı sarıldı. ''Bu nasıl mümkün olabilir?'' dedi, Metis. Göz yaşları akıp inciler halinde okyanusa karıştı.
''Senin sayende.'' Metis ile gurur duyuyordu. Onun sarı saçlarını merhametli bakışlarla okşadı ve göğsüne bastırdı. ''Bir daha seni yalnız bırakmayacağım kardeşim.'' Orada ağlaştılar.
Moses ve Metis, halkıyla birlikte Güneş İmparatorluğu'na doğru umutla yüzmeye başladılar.