Bölüm şarkısı: Linkin Park - Castle Of Glass
Size de hiç beyninizdeki nöronların teker teker birbirini dürtükleyip bilincinizi yerine getirdiği oluyor mu? Veya rüya görürken sertçe yere düştüğünüzü görüp sıçrayarak uyandığınız?
İşte tam da bu şekilde kendime geldim.
Fısıldayarak söylediği o cümle beynimin uyuyan kısımlarını uyandırmıştı. Düşünemediğim bu durum beni sarsmış ve kendime getirmişti.
Yüzü yüzüme çok fazla yakındı. Söylediği şeyler ve içinde bulunduğum durum bir yana bana bu kadar yakın oluşu beynimin tüm fonksiyonlarını işlemez hale getiriyordu.
Gözlerini gözlerime sabitlemişti. Gözleri kapkaranlıktı. Dipsiz bir kuyu gibiydi.
Korkuyordum. O kuyunun içine düşmekten korkuyordum.
Gözlerim dolmaya başlayıp onun gözlerinin görüntüsünü bulanıklaştırmaya başladığını farkettiğim anda iki yanağımda birden göz yaşlarımın ıslaklığını hissettim.
Hayatım burada, tanımadığım, ismini bile bilmediğim bir adamlayken sona erecekti belki de.
Titreyerek ağlamaya başlamıştım. Ağzımdan küçük bir hıçkırık kaçtı. Titrememe engel olamıyordum.
Yüzünü yüzümden yavaşça uzaklaştırdı. Artık nefesini hissetmiyordum.
Sonra da vücudunu uzaklaştırdı ve beni sıkıştırdığı köşeyi açtı.
"Git." dedi. "Nereden geldiysen oraya geri dön."
Sesi fazla sinirli çıkıyordu.
Bunu söyledikten hemen sonra arkasını döndü ve gittiğimiz yöne doğru yürümeye başladı.
Hayır hayır! Gitmemesi lazımdı. Nereden geldiğimizi, nasıl gitmem gerektiğini bilmiyordum.
Salaklık üzerine salaklık.
"Şey bir dakika!" diye seslenerek koştum arkasından. "Biraz bekle!" diyerek ona yetiştim. Bir yandan da yanaklarımı siliyordum.
Ama o durmuyordu. Dönüp bakmadı bile.
Arkasından koşuyordum resmen. "Heey!" diyip durması için iki elimle kolundan tuttum "Nereden gitmem gerektiğini bilmiyorum. Unuttum!"
Onu tuttuğum anda kolunu öyle bir hışımla geriye doğru çekti ki kendimi birden bire neye uğradığımı şaşırarak yere savrulurken buldum.
Kalçamda hissettiğim acıyla inledim.
Sonunda durmuştu ve bana bakıyordu. Ama gözlerinde öyle şimşekler çakıyordu ki onu keşke bu denli kızdırmasaydım diye geçirdim aklımdan.
"Umrumda bile değil. Ne yaparsan yap. Seninle uğraşmak zorunda değilim." diye konuştu. Bu sefer sesini hafifçe yükseltmişti.
Şu yaşadıklarım bana o kadar ağırdı ki artık dayanamayarak şuracıkta ölecekmiş gibi hissediyordum.
Tekrar gözlerimden yanaklarıma yaşlar süzülmeye başlamıştı. Buradan hiç kalkmayıp sonsuza kadar ağlamak istiyordum.
Vücudumun yere değen her kısmı ıslanmış ve çamur olmuştu. Rezil bir haldeydim.
O ise söylediği son sözlerden sonra arkasını dönüp gitmişti. Hızlı ve sert adımlarla yürüyordu. Neredeyse gözden kaybolacak kadar uzaktaydı artık.
Gözden tamamen kaybolmasına neden olan o köşeyi de döndükten sonra gözyaşlarım engel olamadığım biçimde daha çok hızlandı.
Şimdi ne yapacaktım ben?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
● KARANLIK ●
Teen FictionKaranlık... İnsan karanlıkta savunmasızdır. Göremez etrafında olup bitenleri. Yaptığının doğruluğundan emin olamaz karanlıkta. Bilemez çünkü, bilinemez. Karanlık, bilinmezdir. Ama aynı zamanda karanlık, saklar bir insanı diğer her şeyden. Koruyup ko...