Bir hayal, bir hayale ağlayabilir.Anatole France
2012 yılının eylül ayında Antalya'da bir yağmur bekleniyordu. Göğe daldırılmış bir el tarafından öylesine karılmış gibi görünen beyaz bulut tortularının üzerindeki gri bulutlar, arafta asılı kalmış lanetli ruhlara ait bedenler gibiydiler. Şehri uğultuyla kaplamış rüzgarda, gri evin açık kalmış siyah pervazlı pencerelerinden birinin lacivert tül perdesi uçuşuyordu.
Büyük bahçenin neredeyse tamamını kaplıyor olan mor zambakların arasından yol bulmaya çalışarak yürüyen kadın elleriyle boyları dizlerini geçmiş zambakların gövdelerini ayırırken bu beklenmedik fırtınanın onda yarattığı şaşkınlıkla ardına doğru baktı. Gözleri onu hemen ardından çiçekleri eliyle kenara toparlayarak takip eden korumasının sol bileğindeki biri siyah inciden diğeri mercandan örülmüş şans bilekliklerinde ve elinin üzerindeki şakayık dövmesinde gezindikten sonra onunkiler gibi bitkin bakan siyah gözleriyle birleştiğinde gözleri yeniden güzergahlarını buldu. Rüzgarın savurduğu saçlarından saç parfümünün kokusunu alıyordu. Parmaklarıyla yüzündeki saç tellerini geriye iterken, dilini kuruyan dudaklarında gezdirdi. Bu puslu havadan ötürü tüm bu bitkiler göze daha muntazam görünüyordu. Gök gürüldediğinde irkilerek gözlerini yukarıya dikti. Kahverengi gözlerinde hayranlık parıltıları gezinirken aralanan dudaklarından güzel dişleri görünüyordu. Gri göğün bu mütevazi ve büyülü güzelliği karşısında iç çekerek gözlerini istemeye istemeye aşağıya eğdi. Elleriyle zambakların başlarını kavrayıp bırakarak yürümeye devam ederken pantolonunun paçaları attığı her adımında yarı ıslak toprağa sürünüyordu.
Gömleğinin içinde dolaşan rüzgarın ve uçuşurken yüzünü örten saçlarının bıraktığı yumuşak hisse rağmen siyah kumaş pantolonunun paçalarında hoyratça gezinen rüzgar dinmeyecek gibi duran bir hırsla uğulduyor, kadının siyah platform topuklularının açıkta bıraktığı parmak uçlarını üşütüyordu. Gövdelerini itip, başlarını yere eğen rüzgara direnir gibi duran zambaklardan, çiseleyen yağmurla birlikte doğmuş olan toprak kokusuna karışmış enfes bir koku yükseliyordu. Kumaşları savurup, pencere ve kapıları çarpacak bir şiddetle esen rüzgarın uğultusunu ikinci kez gürüldeyen gök bastırmıştı.
Kadın gözlerini evin yanındaki garajın da ilerisine evin tam önüne çiçekleri hiçe sayarak park edilmiş siyah Lamborghini'nin yanan kırmızı far ışıklarında sonrasında da tekerleklerinin altında ezilmiş zambaklarda gezdirdi. Siyah gömleğinin kollarına ağabeyinin dolabından izinsiz aldığı mor mücevherli kol düğmelerini takmıştı. Sık kara kirpiklerinin çevrelediği durgun bakan gözleri, rüzgardan ağrımış olan kulaklarının acısı ve üşüyor olmanın katlanılmazlığıyla karşısındaki eve dikili bir şekilde yürürken her zamanki ağır başlılığıyla bir sabırsızlık belirtisi göstermedi. Omuzları ilahi bir ahenkle çınlayan kanat çırpış sesleriyle irkilirken başını kaldırarak dudaklarındaki silik tebessümle soğuk nedeniyle göğü terketmeye çalışan karga sürüsüne baktı. Bakışlarındaki parıltılarla birkaç adım ötesinde durmuş onun gibi, olabildiğince alçaktan uçuyor olan küçük kargaları seyrediyor olan korumasına baktıktan sonra geriye yasladığı başıyla kargalar görüş açılarından uzaklaşana dek şefkatle onları seyretti. Beyaz teni tertemizdi, Fas çarşılarında satılan ipek kumaşlar gibi. Yüzünde asılı duran kederse bin ölü evine yeterdi... Başını eğerek yürümeye devam etti. Evin önüne yaklaştıklarında oluklarda dolaşan rüzgarın ıslıklarını duydu. Aklında Fars bir şairin şiirinden dizeler dolaşıyordu.
Aralanan kapının önünde karşılaştığı Ecevit'in adamlarıyla birlikte kaşları şaşkınlıkla havalanırken birbirlerine birer baş selamı verdiklerinde kadının, "Soğuk değil mi?" diye sormasıyla birlikte gülümseyen adamın alt ve üst dişlerini saran gümüş dişliği gördüğünde onun Manas olduğuna emin olarak Savaş'a doğru dönüp geçen karıştıkları kavgada yaraladığını duyduğu omzunun nasıl olduğunu sordu. Genç adam utangaçça cevap vererek, teşekkür etti. Bu ikiz kardeşleri o da hala sık sık karıştırıyordu. Ayırt edilebilmeleri için gülümsemeleri yahut konuşmaları gerekti. Büyüdüklerinde babaları gibi Alemdar ailesine hizmet etmeye başlamışlardı. Omzunun üzerinden kendi koruması Kartal'ı kontrol ettikten sonra korumaların evinin yanındaki kulübeden gelen beslenme saatleri yaklaşmış olan dobermanların havlayış seslerine doğru bir bakış atıp vedalaştıkları Savaş ve Manas'ın aralık bıraktıkları kapıdan içeriye girdi. Onları rahatlatıcı sıcak bir havayla birlikte taze meyve kokuları karşılamıştı. Şemsiyeliğin yanından geçerken bakmaktan haz etmediği aynadaki yansımasına oralı olmadı. Ardından gelen Kartal kapıyı gürültü çıkarmamaya gayret ederek örterken kadın kısaca etrafa bakınıp adımlarını topuk seslerini yutan buz mavisi ipek yolluğun üzerine sürdü. Gülüşme seslerinin geldiği salonun önünde durup onu farketmeleriyle birlikte toparlanıp ona dikkat kesilen içerideki adamlara eğilerek bir selam verdiğinde onlarda tebessüm ederek aynı saygıyla karşılık vermişlerdi. Yapılan toplantı sebebiyle ev bugün epey kalabalıktı. Birlikte siyah üzüm ve siyah incir yiyorlardı. Evdeki bu hoş kokunun sebebi bu olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yanık Güller ve Küller
Mystery / ThrillerYangında ailesini ve derisini kaybeden Gülzade'nin yaşamasına yine de izin verilmedi. Kitapta geçen olaylar, karakterler ve kurumlar tamamiyle hayal ürünümdür. Gerçek şahıs ve kurumlarla hiçbir alakaları yoktur.