episode 12;way out in the water,
"Jisung?" Babamın bu saatte gelmeyeceğini bilerek Jisung'ın adını seslenmiştim. "Efendim hyung?" Odadan çıkıp kafasını bana doğru uzattığında rahat bir nefes verdim. Yorgundu, her halinden belliydi ama üstüne gitmek istemiyordum. "Yarın seninle kalmamı ister misin?" Jisung için bar çıkışı geç olmasını umursamadan okula gitmiştim ve şansıma birkaç kişi bana yardımcı olmuş ve rapor çıkarmıştı.
"İyiyim böyle." bir şey söylemedim yanından geçip bileğini tuttum ve tekrar odaya girmesini sağladım. "Jisung," dedim çantamı köşeye bırakırken, bir yanım rahat bırak dese de sormak istiyordum. Benimle bir şeyler paylaşsın istiyordum. Beni duymazlıktan gelip yatağa uzandı. Yanına oturup saçlarını okşadım.
"Bir sorun mu var?" İç çekti. "Hayır, sorun yok." Saçlarına birkaç tane öpücük kondurup geri çekildim. "Benimle her konuyu konuşabileceğini biliyorsun değil mi?" Sarıldım, başını omzuma yasladı. "Niliyorum." Dedi fısıldayarak, ağlamaklı çıkmıştı sesi. "Jisung, yapma böyle." Hıçkırdığında, yutkundum.
"Hyung," omzuma sıkıca tutundu. "Ben çok yoruldum. Babamdan, sana vurup bağırmasından. Okuduğun halde çalışmak zorunda kalmandan. Hiçbir şey yapamıyorum yanında bile olamıyorum." Hıçkırıkları arasında zorla konuştuğunda dolan gözlerimi umursamamaya çalışarak gözyaşlarını sildim.
"Bunları düşünmemen gerektiğini sana söyledim, her zaman benim yanımdasın." Tişörtümü sıktı hafifçe. "değilim." Şakaklarına öpücük kondurdum ve sakinleşmesini bekledim. "Her zaman yanımdasın benim, emin ol bana çok yardımcı oluyorsun." Onun sayesinde yaşıyordum ben. "Bebeğim, her şeyimsin sen benim. Lütfen bunun için ağlama." Nefes alışları düzeldiğinde biraz uzaklaştım ve yüzüne bakmaya başladım.
"Hyung seni çok seviyorum ve seni babam yüzünden böyle görmekten nefret ediyorum." Hâlâ kızarık olan yanağıma koydu elini. "Canın yanıyor." Fısıldayarak söyledi. Buruk bir tebessüm kondurdum dudaklarıma. "İyiyim ben, acımıyor. Tamam, hadi uyu güzelce ve iyileş." Sessizce onaylayıp kollarımdan ayrıldı ve tamamen yatağa uzandı. Üstünü örtüp yanaklarını kuruladıktan sonra banyoya girdim.
Ellerimi yıkadım, dolan gözlerimi bastırmaya çalışıyordum ama olmuyordu. İlk kez banyo geniş olsa da üstüme geldiğini hissederken yere çöktüm ve ellerimi dudaklarıma bastırdım sesler içeri gitmesin diye.
O gece çok ağladım.
Jisung'ın yanına gidemedim, çok canım yandı hiçbir şey yapamadım.
Bir hafta ne işe ne okula gittim sadece Minho'ya 'Jisung iyi değil.' diye yazdıktan sonra telefonu sessize alıp kapattım, şarjımda bitmişti. Onunla ilgilendim. Fark etmeden bir hafta hızlıca geçerken eve gelmeyen babam biraz da olsa endişelendiriyordu. Bir şeylere bulaşmasını istemiyordum sadece.
"Hyung." Jisung'ın iyileşmesi ve moralinin düzelmesi beni mutlu ederken, "Efendim bebeğim." dedim gülümseyerek. Kahvaltı hazırladığım için arkamdan sarılıp biraz bekledikten sonra. "İyiyim, işe ve okula git artık." Ayrıldığımızda masaya tabakları koyup. "Gideceğim." Diye onayladım onu.
"Güzel," masaya oturduğunda bende onun yanına geçmiş, ikimizde birbirimizle uğraşarak güzel bir yemek faslı geçirirken en sonunda hazırlanıp evden çıkmıştık. "Babamın neden eve gelmediğini biliyor musun?" Omuz silktim. "Bilsem söylerdim." Telefonunu çıkartıp onunla ilgilenirken bende telefon için elimi cebime atmıştım ama bir haftadır şarj etmediğim aklıma gelince bara gidip şarj etmeyi aklımın bir köşesine not ettim.
İkimizin de okulları farklı olduğu için yollarımız ayrıldığında iç çekip yürümeye devam etmiştim. Normal geçen okul gününden sonra bugün çok fazla dersim olduğu için hava kararmaya başlarken çıkmıştım. Boş sokağa girdiğimde adımlarımı biraz yavaşlattım. Yorulmuştum ve biraz dinlenmem lazımdı. Yavaş adımlarla bara vardığımda kapıdaki korumalara baş selamı verip içeri girdim. Tezgahta gördüğüm iki bedenle adımlarımı hızlandırıp içeri girdim.
Minho'nun beni fark etmesiyle karşısında durup ona bakmaya başladım. Yanağında morluk vardı, kaşı ve dudağı patlamıştı. Nasıl olduğunu soracakken sözümü kesmişti. "Jisung nasıl?" sesi çok kötüydü, yorgun gözüküyordu. Bakışları bile ben yorgunum diye bağırıyordu. "İyi." Diyebildim sadece, iç çekti. "Seni ne kadar aradım biliyor musun?" omzumdaki çantamı alıp kendi omzuna taktı.
"Sana yazdığımda şarjım azdı ondan sonra da kapatmıştım ve şarj etmeyi unuttum, özür dilerim." Evet mantıklı değildi ama o an düşünme yetimi kaybetmiş gibiydim. "Sorun değil, çantanı bırakıp geliyorum." başımı sallayarak onayladıktan sonra tezgaha yaslandım. Yanımda sigara içen beden konuşmaya başladığında dinlemeye başlamıştım sakince.
"Arayıp düzgün bir şekilde açıklayabilirdin." derin bir nefes alıp biten izmariti yanındaki küçük çöp kutusuna attı. "Kardeşin hasta olduğu için anlayabiliyorum ama bir daha böyle bir şey olursa düzgünce haber ver, ne olursa olsun izin veririm." Gülümsedim hafifçe, "Teşekkür ederim ve tekrar özür dilerim."
"Özür dilemen için söylemedim." Buna bir cevabım olmadığı için yüzünü incelemeye geri dönerken birkaç dakika sonra yanıma Minho'nun gelmesiyle dikkatimi ona vermiştim. "Yüzüne ne oldu?" Sessiz kalmayı tercih etti, üstelemek istemedim ama kötü gözüküyordu.
"Çantamda merhem var, sürmemi ister misin?" İrisleri irislerimle buluştuğunda dudaklarımın arasından titrek bir nefes çıkmıştı. Konuşmadan başını sallayarak onayladığında, "Gidip alabilir misin?" Diye sordum. Arkasını dönüp adımlarını hızlandırarak odaya girdi. Dokunsam ağlayacak gibi gözüküyordu ve canımın yanmasına sebep oluyordu.
Bir dakika sonra tekrar yanıma geldiğinde belimden hafifçe tutup ilerlemem için yönlendirmiş ve ikimizide hızlıca bahçeye çıkarmıştı. Yere oturmama yardım ettikten sonra kendisi de oturup yüzüme doğru döndü. Merhemin kapağını açıp biraz daha yaklaştım. Ellerim titriyordu ama alıştığım için artık bu çokta önemli değildi.
Yüzlerimizin arasında birkaç santim kalırken canını yakmamak için hafifçe uyguluyordum merhemi. Birkaç saniye sonra gözlerini kapatıp dudaklarını birbirine bastırdığında yanlış bir şey yaptığımı sanıp geri çekilmiştim. "Bir şey mi oldu, canını mı yaktım?" Kapalı gözünden yanağına doğru bir yaş süzüldüğünde yutkundum. "Minho." Merhemi yanıma bırakıp ağlamamak için kendini sıkan Minho'nun omzuna elimi yerleştirdim.
Dudaklarının arasından acı bir hıçkırık koparken ellerini yüzüne bastırıp kendini kontrol etmeye çalışıyordu. Bir anda afallasamda sonra ellerimi kollarına sarıp hafifçe sarsmıştım sakinleşmesi için. "Minho," beni duymuyordu yüzü kızarmıştı ve hâlâ kendini sıkıyordu.
"Minho!" beni duyması için bağırsamda umurunda değildi. Bir şeyler söylüyordu ama anlamıyordum. "Yalan söylemedim..." Saçlarını koparmak istercesine çekerken bileklerinden tutup engellemeye çalışıyordum. "Ben yalan söylemedim, kimseye yalan söylemedim." Saçlarını yoluyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum.
Kendine zarar vermemesi için bileklerini daha sert tutsamda yapamıyordum, gücüm yetmiyordu. "Minho!" beni duyması için vücudunu sarssamda başka bir yerde gibiydi. Kalbim korkudan deli gibi atmaya başlarken Minho'nun kriz geçirdiğini kabullenmek istemiyordum. "Minho, yapma!" Elime gelen kanla yutkunup bir yandan bağırmaya devam ediyordum.
Aynı şeyi sayıklıyor yüzüne tırnaklarını bastırıyordu. Avuçlarını avuçlarıma hapsetmeye çalışsamda başaramıyordum. Yüzü gitgide daha da kızarırken zorla bir şeyler mırıldanıyordu. Yine bağırdım beni duyması için, duymadı hıçkırarak ağlamaya devam etti. "Minho!" bileklerini tutmayı başardığımda derin bir nefes aldım.
Yaklaşık bir saatin sonunda sakinleştiğinde baygın bakışlarıyla bana bakmaya başladı. Yüzünün her yeri kanıyordu. Tekrar o irisleri gördüm bana bir şey için yalvarıyorlardı. Birkaç dakika yüzüme öylece baktıktan sonra gözleri kapanmış ve başı göğsüme düşmüştü.
****
kaos. bu arada artik bir yakinlassinpar kac ay gecti degil mi. ve ikinci bu bolumu yazisim asla duzgun yazamiyorum biktim gercekten.hepinizi seviyorum opuldunuz
****