bir hafta. jungwon ile büyük kavgamızın üzerinden tam bir hafta geçmişti. o günden beri onunla aynı masaya oturmamıştım. onu koridorda dâhi görünce bulduğum ilk odaya giriyordum. birkaç kez heeseung ile özürlerini iletmiş, benimle konuşmaya çalışmıştı. neden öyle bir şey yaptığını hâlâ anlamıyordum. kalbimi kırmıştı, bununla yetinmeyip hayatımda hiç sinirlenmediğim kadar sinirlenmeme neden olmuştu. şimdi ise sevgilimle birlikte mutfaktaydık. takım elbisesinin ceketini çıkarmış, iç yeleği geniş omuzlarını gözler önüne seriyordu. ifadesiz yüzüyle akşam yemeğini hazırlıyordu. sandalyede onu görecek şekilde oturuyordum. normalde yemeği yapması gereken aşçı sunoo iken sunoo'nun annesi rahatsızlanmıştı. alelacele evine döneli 3 gün kadar olmuştu. birkaç güne malikaneye dönecekti.
arkasındaki masada kitap okuyordum. ah, hayır. kime yalan söylüyorum ki heeseung'ın geniş omuzlarını izliyordum. kitap sadece önümde açık duruyordu. ilişkimizi resmî bir kalıba soktuğumuzdan beri üzerime titriyordu. benimle birlikte atölyede çalışıyor, benimle uyuyor, bulduğu her fırsatta sıkıca sarıyordu bedenimi. onun bu davranışları o kadar hoşuma gidiyor ki kendimi peri masalının içinde zannediyordum.
evdeki diğer çalışanlar daha sıcakkanlı davranıyorlardı. riki'nin eski soğuk hâli, yerini çok sevimli ve neşeli bir genç adama bırakmıştı. yeri ile hizmetli - efendi ilişkisini çoktan bırakmıştık. ona küçük kardeşim gibi davranıyordum. bana ağabey diyordu yalnızken. sunoo beni şakaları ile sık sık güldürüyordu. jungwon dışında herkes ile aram iyiydi. onunla aramızdaki küslüğün bitmesini istesem de o günkü sözleri hâlâ aklımın içinde dolaşıp kinlenmeme neden oluyordu. dudaklarımı dişlerken heeseung'ın sağ elini sandalyenin yanındaki duvara koyduğunu ve üzerime eğildiğini keşfettim. "güzelliğim." bu adam...
"efendim heeseung?"
"böyle derin derin ne düşünüyorsun?" alnıma dağılan kahküllerimi geriye taradı. nefesini dudaklarıma üfledi. gözlerimi kapatıp yutkundum. "hiçbir şey... dalmışım sadece." bir elini duvardan çekmiş, sol eli masadan destek alırken işaret parmağı ile çenemi kaldırmıştı. soğuk dudaklarını hafifçe dudaklarıma değdirdi. gözlerimi hâlâ açmamış olsam da gülümsediğini hissettim. elimi uzattım ve ensesinden sertçe tutup dudaklarımızı birleştirdim. gülümsedi, dudakları hafifçe kıvrıldı. dudaklarımız arasından kan tadı almaya başladığımda işin artık çığrından çıktığını anladım. heeseung belimden sıkıca tutup yanımızdaki masaya bıraktı bedenimi. hâlâ birbirimizi öpmeye devam ediyorduk. ikimizde aynı derecede baskınlık kurduğu öpücükte her türlü duygu barınıyordu. tutku, aşk, bağlılık ve hatta tutkudan daha fazlası...
heeseung'ın dudakları, dudaklarımdan ince bir salya ile ayrılmış, boynuma eğilmişti. gömleğimin ilk düğmesini açana kadar algım tam anlamıyla elimde değildi. bütün düğmeleri bir çırpıda açmış, gömleğin omuzlarımdan düşmesine neden olmuştu. boynumdaki öpücükleri git gide sert bir hal alıyordu. ismini kısık sesle dile getirirken yakalanmaktan korkmuyor değildim. ne de olsa jungwon sadece aynı yatakta uyumamıza bile tepki göstermiş, ortalık resmen savaş meydanına dönüşmüştü. birbirimizin kalbini hunharca kırmıştık. bir miktar vicdan azabı kalbimin üzerinde kendini gösterircesine atıp duruyordu. "je n'ai jamais voulu quelqu'un de plus que toi, mon chéri." fısıldadı. dudakları köprücük kemiklerimin üzerindeydi. okşadığım saçlarına sıkıca tutundum. kulağına eğilip cevap verdim. "je serai toujours là pour toi. avec mon cœur et mon corps." benimle zaman zaman fransızca konuşması çok ince bir hareketti. normal zamanlarda, birbirimizden biraz uzak olduğumuz günlerde olsa bu hareket karşısında saygım artardı. ancak şuan, kasıklarımdaki ateşi harlıyordu resmen.
soğuk dudakları, cehennem kadar sıcak hissetiren öpücüklerine dakikalarca devam etti. bedenim heeseung'ın dudaklarının izleri ile dolup taştı. her bir milimdeki kızarıklık ya da morluk birer söz gibiydi. saçlarını okşadım, sık sık ismini söyledim, ellerimi kürek kemiklerinde gezindirdim. öpücüklerine son verince gömleğimi omuzlarımdan geçirdi. düğmelerimi iliklemeden önce beyaz göğsümü süsleyen izlere baktı, sonra gülümsedi. çoktan rengi değişmiş gözlerini üzerimde gezindirdi. kırmızı gözleri, kıpkırmızı dolgun dudakları, dağılmış saçları ; birkaç düğmesi açılmış beyaz gömleği, çözülmüş siyah kravatı. alt dudaklarını dişledi. "bedenindeki izler içimdeki sesin her şeyinle bana ait olduğunu söylemesine neden oluyor." çözülmüş kravatından tutup kendime çektim onu. dudaklarım sol kulağının hizasındaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
chessman - heehoon
Фанфикölüm melekleri, yalnızca ecel vakti gelmiş olan ruhları avlamalıdırlar. kâhyalarsa sadık bir gölge gibi efendilerini takip edip onlara itaat etmelidirler... bu yüce amaçların her ikisine de ihanet edişini izlemek, tam anlamıyla mide bulandırıcı. #1...