18 - killing the knight.

250 43 30
                                    

aile yemeği yenen büyük çam masada herkes mutluydu. ailemin üzerine işlenen gerginlik geçmişti. babam çatalını tabağının yanına koyup bana baktı. "odette."

"evet baba, bir sorun mu var?" babam ellerini çenesinin altında birleştirdi. dumanlı gözler ile bana derin derin baktı.

"esasen bir sorun denebilir mi bilmiyorum ama beni tanırsın, insanların arkasından iş çevirmekten nefret ederim. bu yüzden sana sormadan bir iş yapmak istemiyorum."

"baba, sorun her neyse bana söyle lütfen. endişeleniyorum."

"pekâlâ, kont choi daniel seninle evlenmek istiyor, isteğini geçen gün bizzat kendisi gelerek bize iletti. annen ve ben senin ingiltere'de yaşadığını düşünerek bu izdivacı uygun görmedik. yine de oldukça ısrarcı birisi, seni kasabada çocuklar ile ilgilenirken gördüğünü ve çokça etkilendiğini söyledi. eğer istersen onunla bir görüş, sosyetenin en asil delikanlısı sana gönül koymuş, elinin tersi ile itme." tanrı aşkına! bu zırva da nereden çıkmıştı şimdi?!

"babacığım, beyefendi tekrar evimize gelirse lütfen ona evliliği kesin bir dille reddettiğimi iletin."

"fazla fevri davranıyorsun odette, pişman olabilirsin."

"kararımın sonuna kadar arkasında duracağımdan hiçbir şüpheniz olmasın ailem. böyle bir teklifi siz bana iletmediniz, ben de duymadım." jong seong sinir bozucu gülümsemesi ile bana laf attı.

"odette evde kalıp turşu olmayı amaçlıyor sanırım."

"madem öyle diyorsun, sen evlensene."

"ben bir askerim, vatan için ölüp gidersem arkamda benim için ağlayacak bir eş ve yetim çocuklar bırakmak istemiyorum."

"hey asker! kendine gel, yaşlanmış gibi konuşuyorsun." babam neşeli bir kahkaha attı. gözlerimi jungwon'a çevirdiğimde şefkatli bakışları ile erkek kardeşime bakıyordu. sandalyenin yanında duran heeseung ise bırakın şefkat duygusunu, öfkeden deliye dönmüş gibi duruyordu. onu bu kadar sinirlendiren evlilik konusu muydu?

jong seong ile atışmalarımız, babamın şakaları ve annemin bize attığı taşlar eşliğinde güzel bir akşam yemeği yemiştik. ardından yeji'yi de yanıma alıp bahçeye çıktım. biraz yürüyüp kız kardeşimle sohbet etmek ruhumu ferahlatacak gibi hissediyordum.

"okul nasıl gidiyor güzelim?"

"her şey yolunda ağabey. beni boşver de jungwon'un kahyası dışında adam mı bulamadın ingiltere'de?" bana gülerken kafasını geriye attı. yüksek sesle bir süre güldü.

"nereden anladın sen onu bakayım?"

"sadece ben mi anladım sanıyorsun? annem, babam, jong seong ağabey... hepsi farkında. inanmazsın bizim gözleri görmeyen dadımız bile aranızdaki temasın zirvede oluşunu hissetmiştir."

"gerçekten mi?"

"hadi ama ağabey! ona nasıl baktığını gördüm. ne zamandır birliktesiniz?"

"ingiltere'ye gittiğim ilk aydan beri." yeji şaşırmış bir ifade gözlerini büyüttü. "... sende de var bir şeyler, dökül bakayım çabuk."

"beni neden bu kadar iyi tanıyorsun ki... aslında birisi var. o kadar güzel ki onun yanaklarını okşarken bile onu incitmekten korkuyorum. o kadar güzel ki onun hayali ile uyuyup onun hayali ile uyanıyorum. aklımdan çıkmıyor bir türlü, gözlerimi kapatınca onu görüyorum. onun uğruna tanrılarla bile savaşırım. cennet gibi kokuyor, onu kollarımın arasına almak için neler feda ederdim... saçlarının rüzgarda savruluşunu görünce bile yüreğim çırpınıyor, o yanımdayken ellerim titriyor, o fazlasıyla güzel." dudaklarım aralandı. yeji'nin cümlelerinin karşısında donakaldım. ardından zarifçe gülümseyip şefkatli bir sesle konuştum.

chessman - heehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin